3 Ocak 2019 Perşembe

HİPOKAMPÜSÜMÜ MEŞGUL ETME









Sabah sabah çocuklarla aramızda şakalaşırken  birisinin söylediğini anlayamayınca '' Ne dedin seeen? '' diye sordum. Şimdiki nesil hatırlamaz ama tonlamam aynı bir yamanlar magazin gündemini pek bir meşgul eden tokatlama sahnesi sırasında söylenen ne dedin sen gibiydi ...

Sonra şöyle bir cümle çıktı ağzımdan ve bu yazıya başlık oldu :

Hipokampüsümü meşgul etme !

Kızım anne sen ne içtin sabah sabah diye espri yaparken ben zihnimde bu yazıyı oluşturuyordum bile...Kalıcı hafıza depomuzu gereksiz yere meşgul eden çöpler...

Size de olmuştur.

Bazı kişilerin ismini  ve bazı olayları hafızamda tutmak istemem . Travmatik ve rahatsız edici anıların etkisinin azalmasına yarayan NLP ( Nöro Linguistik Program ) çok yararlı olsa da  duygu yaratmayan önemsiz olaylarda sık sık kullanılacak bir uygulama değil .

Bu sebeple kayıt cihazımız beynimiz ile ilgili bilgilenmek yararlı olabilir. Hafızamızın kalıcı ve geçici halleriyle görevli türlü bölgeleri var . Özellikle kalıcı hafızamızın bölgesi hipokampüs beynimizin aynı zamanda yön bulması ile de ilgili. Her iki yarım kürede simetrik olarak iki tane var. Yaklaşık 80 yaşına gelen bir yetişkin bağlantılarını %20'si kadarını kaybettiğinden bellek performansında düşüşler normal karşılanırken  Alzheimer ' de ilk etkilenen bölgelerden biri olduğundan önemlidir . İsmi de denizatına benzediği için Yunancadaki söylenişinden gelir. Bizi biz yapan böyle bir beyin bölgesi için ilginç değil mi?


Geçenlerde izlediğim bir filmde başrol oyuncusu bebeğin hatırlayamadığı anıları hipokampüs bölgesine yerleştirebilen bir cihaz icat etmişti ve amacı hastalık ve benzeri sebeplerle çocuklarından erken yaşlarda ayrılmak zorunda kalan ama onlara anı bırakmak isteyen yetişkinlere yardım etmekti . Bir bakımdan kaydettiğimiz ama hatırlayamadığımız anıları da hatırlatmak ...



Sinir bilimi son yılların en çok gelişen ve şaşırtan bilim dallarından biri . Ben de kalıcı hafızanın gereksiz bilgilerle meşgul edilmemesi yoksa gerçekten ihtiyacımız olana yer kalmayacağını savunurdum . Oysa ki Sinir Bilimci akademisyen Sinan Canan'ın açıklamalarından öğrendiğim kadarıyla insan beyni tahmin ettiğimizden çok daha kocaman bir bellekmiş . Yaklaşık 20 milyar civarındaki hücre ve bunlar arasındaki bağlantıları hesapladığımızda yaklaşık 2.5 milyon GB hafızamız varmış ki bu da 300 milyon yıl süren bir filmi kaydetmek gibiymiş ... Yani endişelenmeme gerek yokmuş :) Çok rahatladım.

O zaman şu soruyu kendime sormam gerekti . Hafızanın dolması endişesinden kurtulduysan bu gereksiz bilgilerle ilgili seni rahatsız eden şey tam olarak ne ?

İşte tam burada değerli psikiyatrist Prof.Dr. Kemal SAYAR'ın sosyal medya paylaşımı hipokampüsümden cevap olarak çıktı :

'' Biri eşyamızı alıp götürmek istese onu hemen durdururuz. Ama saatlerimizi , günlerimizi çalanlara ses etmeyiz . Ekranlar , boş konuşmalar , verimsiz toplantılar. Hayatımızın her anı biricik. Çalınmasına izin vermeyelim. ''





Kaynaklar :  bilimtreni.com , bilimfili.com , Prof.Dr.Sinan CANAN , Prof. Dr. Kemal SAYAR



2 Ocak 2019 Çarşamba

EINSTEIN VE ŞOFÖRÜ





İş yerlerindeki ortak sorunlarımızdan ya da huzur kaynaklarımızdan biridir beraber çalıştığımız insanlar . Aslında sadece iş ortamlarındakilerle sınırlamamak lazım  eşimiz , arkadaşlarımız bakıcımız , varsa ev yardımcımız , temizlik için destek verenler , apartman görevlimiz gibi pek çok kişi ve meslek mensubu da bu gruba dahil edilebilir.

Dikkat ederseniz bu kişiler zihin ve beceri kapasiteleri ile ev ve iş hayatımızı kolaylaştırabilir ya da tam tersi...

Uzunca bir süre önce okuduğum ve bugün yeniden rastladığım Einstein'in şoförü ile yaşadığı akıl ve gülümseme içeren anıyı bilmeyenleriniz için tekrar paylaşmak istedim . ( Bilenler koyu  ilk iki paragrafı geçebilirler :)



Einstein konferanslarına hep özel şoförü ile gidermiş. Yine bir konferansa gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein'a; "Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka sıralarda oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz her şeyi kelimesi kelimesine biliyorum" demiş. Einstein gülümseyerek ona bir teklifte bulunmuş: "Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç tanımıyorlar. O halde bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim yerime sen konuş, ben de arka sırada seni dinlerim." Devamı yorumda ama devamı ilginç :)
Şoför, gerçekten çok şahane ve başarılı bir konuşma yapmış ve sorulan bütün soruları doğru cevaplamış. Tam yerine oturacağı sırada bir kişi, o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir fizik sorusu sormuş. Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye dönüp: "Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok garip" demiş. Sonra da salonun arkasında oturan Einstein'ı işaret ederek şöyle devam etmiş: "Şimdi size arka sırada oturan şoförümü çağıracağım ve sorduğunuz soruyu, göreceksiniz, o bile cevaplayacak."

Sonuç: Akıllı insanlar, akıllı insanlarla çalışır ve insanın zekiliğinin yanında uyanıklığı da insana çok şeyler kazandırır... Peki güzel de bu her zaman böyle mi olur ?

Tam tersi insana neler yaşatabilir???

Aslında bu olayın nöro-fizyolojik olarak da incelenebileceğini düşündüm ve konu ile ilgili bir şeyler okudum... Günlük yaşantımızda karşılaştığımız çoğu şeyin temelinde bilim olduğunu savunur ve bunu açıklığa kavuşturabilmek için ömrünü veren bilim insanlarına hayranlık beslerim . Bilim hayattan , hayatta ilimden beslenir . Bu sebeple ilim sahibi bilinçler uzun yıllar önce bugün bilim yoluyla ispatlanan çok şeyin ip uçlarını vermişlerdir.

Konferanslar , canlı dersler , açık oturumlar gibi pek çok bilincin bir araya gelip toplu bilinç şeklinde hareket ettiği ortamlarda bilinçler arası alış-verişler gerçekleşir.

Bilişsel transferle öğrenme fark edilir biçimde hızlanır . Nöronlar arası farklı öğrenme yöntemleri aktivasyonu ile bağlar kurulur.

Ne sormuştuk tam tersi insana neler yaşatabilir ?

Akıllı olmayanlarla arkadaşlık ve aynı ortamları paylaşmak basit olarak insanı geri götürür. Hani Hz. İsa ' ya sormuşlar ya '' Ölüyü diriltmekten daha zor ne olabilir ? '' diye . O da '' Anlamayana anlatmak ...'' demiş menkıbeye göre . Hz Ali (r.a) ' nin oğlu Hz. Hasan' a ( r.a) son tavsiyelerinin içinde de '' Sana ahmaklarla arkadaşlık yapmamanı tavsiye ederim. Çünkü ahmak biri , yardım edeyim derken seni zarara sokar.'' dediği söylenir. Yalancı , cimri kötü kimselerle arkadaşlığı tavsiye etmeyen Hz. Ali'nin (r.a) ahmakları da bu kategoriye alması hep ilginç ve üzerinde düşünülmesi gereken bir anekdot gibi gelmiştir bana...  Ahmaklık aklı olan bir kişinin aklını kullanamaması olarak düşünülebilir. Hastalık ve benzeri sebeplerle akıl sağlığının bozulması ve geri kalması bu durumdan çok farklıdır. Burada kast edilen ahmak görüşü kıt , basiretsiz , kötü huylu kimsedir. Hikmetli düşünmekten nasibini almamıştır ki hikmet , iyiyi kötüden  hakkı ise batıldan ayırma kuvvetidir. Aslında ahmaklık en güzel şekilde hikmet yetisinin lüzumundan az olması hali olarak tanımlanabilir...



Konuyla ilgili  1020 ' den beri çocukların bilişsel gelişimleri ile ilgili araştırma yapan ve hayatı boyunca bilgiyi biyolojik olarak açıklamaktan keyif almış psikiyatrinin duayenlerinden olan  Jean PİAGET şöyle sorar;


Dünyaya geldiğinde hiçbir zihinsel yapıya sahip olmayan çocuk, acaba nasıl yetişkin gibi düşünebilmektedir? 

Piaget böyle bir soruyla yola çıkmıştır. Ona göre bilişsel gelişimin temel düşüncesini organizmanın çevreye uyum yeteneği oluşturur. Piaget, çevreye uyum sağlayabilmek için, denge – dengesizlik – yeniden denge yani dengeleme sürecini izlediğini savunmuştur. Çocuk aktif olmalıdır. İçsel motivasyon çok önemlidir. Eğitimin en önemli amacı yaratıcı düşünme ve eleştirel düşünme becerisinin kazandırılmasıdır. Ona göre zihinsel gelişimi etkileyen faktörler:
  1. Olgunlaşma: Doğuştan gelen refleksler yaşa bağlı olarak amaçlı davranışlara dönüşür. Olgunlaşma gelişimin fiziksel yanıyla ilgilidir.Bireyin bir işi yapabilecek fiziksel özelliklere sahip olmasıdır. Birey olgunlaştıkça zihin gelişimi de paralel bir şekilde ilerler.
  2. Aktif Yaşantı (Deneyim): Uyarıcıların etkisi çevre ile ilgilidir. Alınan her uyarıcı bir başka uyarıcıyla bağlanarak kodlanmaktadır. Deneyim, bireyin dünya üzerinde etkinlikte bulunmaya ve bu eylemlerinin sonuçlarını gözlemesidir.
  3. Toplumsal Etkileşim (Kültürel Aktarım) İçinde bulunulan toplum da kişinin zihin gelişimini etkilemektedir. Piaget, elde edilen şemaların çoğunun sosyal aktarımla oluştuğunu savunur. Toplumsal aktarım, çocuğun anne, baba, komşu, arkadaş, öğretmen gibi çevresindeki insanlardan öğrendikleridir. ( Einstein ve şoförü gibi :)  )
  4. Dengelenme: Zihnin dengelenme eğilimi de zihnin gelişimini etkiler. Yeni öğrenilen bilgiler önce dengesizlik doğurur, sonra dengeye kavuşurlar. Denge > Dengesizlik > Denge > Dengesizlik… Organizma gelen yeni bir bilgi ile önceden var olan denge üzerinde bir dengesizlik yaşar. Bu dengesizlik organizmayı yeniden denge kurmaya sevk eder. Böylece alt düzeydeki dengeden üst düzeydeki yeni bir dengeye ulaşılır.



Biyolojik tarafı hekimliğimin , davranışsal tarafı koçluğumun ilgisini çeken ve besleyen bu  araştırmaların ve bilim adamlarının ve hep söylediğim gibi bilimin ilime tabi olduğunun çoook önceden ispat etmiş ilim adamlarının önünde saygıyla eğiliyorum .

Sonuçta siz siz olun eşinizi ,arkadaşınızı ve yakın çevrenizi mümkün mertebe sizi aşağıya çekecek değil beraberce gelişip yükselmenizi sağlayacak kişilerden seçmeye özen gösterin derim .

Sağlıkla kalın... 





31 Aralık 2018 Pazartesi

2018 BİTERKEN

 



                                                             



                  
 
 
 
2018 biterken bloğunu yoğun programından dolayı uzuuun bir süre ihmal etmiş bir blogger olarak ; bundan sonra sık sık yazıcam falan gibi sözler vermiyorum . Zaten de veremiyorum ... Hayat karar aldıkça kendi planlarını yaptırmaya çalışan otoriter bir idareci gibi davranabiliyor insana . 3 yazıyı aynı günde yazdığım günleri düşününce yılın bu son günü içimden bir ses '' Bloğunu özlemedin mi '' sorusunu sorunca burada buldum kendimi .İtiraf edeyim yazıyı düzenlemeyi bile unutmuşum o kadar yani . Ama çok da özlemişim . Sanki eski bir dosta kavuşmak gibi . Aslında amacım sizi sadece gülümsetmekti . İş yerindeki , çevremdeki herkeste çocuksu bir neşe seziliyordu yılın son günü .
 
Hepimiz hayatın anlamını düşünür kendimizce çıkarımlar yaparız ama bugün benim derin derin düşünüp üstüne mesajlar vermeye hiiç de niyetim yoktu...Ta ki bilgisayarımın başına oturmuş işlerimi toplarken gelen reklamlara kadar...:)) Oradan oraya bu gömleğe ulaştım . Nasıl ulaştım bu yazıya nasıl ilham oldu onu bile anlamadım. O kadar hızlı gelişti yani .Neysee kendisi %100 ipek ve çook ünlü bir markanın ürünü . Tabi ki her şey gibi o da indirime girmiş . Şu an %50 indirimle 5.000- küsur TL' ye satılıyor .
 
Bazılarınızın ''Bunca zaman yazmadın bula bula bunu mu çıkarıyorsun önümüze ? '' dediğini duyar gibiyim . Bu gömleğin bu fiyata satılması ve alıcı da bulmasını düşündüm ? Zevkler ve renkler tartışılmaz sözü uzunca biiir süre başımın üstünde döndü...Başta biraz kızsam da bende başkalarını eğlendirmemekle ilgili bir farkındalık oluşturdu . Sırf bu markayı bu fiyata giyip hissedilecek farklılık özgüveninin başkalarını nasıl eğlendireceği farkındalığı . Bunu gereksiz yere yaptığım bütün bilinçsiz alış-verişlere de zihinsel olarak yansıttım tabi. Sizlere yazı sözü veremesem de kendime 2019 alış-veriş sözleri verdiğim doğrudur  :)
 
 
2018 hepimiz için teker teker acılar , sevinçler , başarılar , hastalıklar , kavuşmalar , ayrılıklar vs... ile geçen kendinin kendinden bile haberinin olmadığı bir zaman dilimiydi . Biz yine 2019 adını verdiğimiz sınırlı zaman diliminden beklentiler içine girdik çoktan . Haa ! Kötü mü tabi değil ! İnsan isteyecek ...Sevmeyi de , başarmayı da, mutlu olmayı da isteyecek ... Ve insan korunmak da isteyecek ...Hastalıklardan , ayrılıklardan , savaşlardan , güvensizlikten ...Bu dileklerin hepsi bu sabahtan beri dua dizinimleri halinde yayılmaya başladı . Sosyal medya hesapları coştu. VhatsApp grupları şişti . Buradaki yazıyı kaç kişi okuyacak gerçekten merak ediyorum . Bu güzel günde de fazla zamanınızı almak istemiyorum ...
 
Hepiniz şu ana kadar kendinizce çıkarımlar yaptınız . Benim çıkarımım :
 
''  Hayat böyle bir şey işte çok da anlam çıkartmaya gerek yok yani. Siz aklınızı kullandıkça o yeni şaşırtmalarla üzerinize gelecek :) :) :) ''
 
YENİ YIL MESAJIM :
 
'' Bu yıl kendinizle daha çok eğlendiğiniz , kendinizin keyfini çıkarttığınız bir yıl olsun...'' 
 
 
 
 
 

19 Ocak 2018 Cuma

YENİDEN HERKESE MERHABA





                                                   




                  İş yoğunluğu ...Hayat yoğunluğu....Taşınma....


                  Başlamasam daha da uzun süre yazamayacaktım . İş hayatı , ev hayatı derken aslında  hepimiz benzer küçük farkındalıklar yaşıyoruz . İçimizde bir yerlerde paylaşma isteği uyandıran , düşündüren ya da gülümseten  yaşanmışlıklarımızı iş arkadaşımızla , eşimizle , akrabalarımızla paylaşıp zenginleştiriyor , onların yaşadıklarıyla zenginleşiyoruz.

                 Ama bazen sadece kendimize anlatmak istediğimiz zamanlar oluyor. İçimizi dökmek ya da karşı tarafın ne algıladığını önemsemek istemediğimiz zamanlar ...İşte ben böyle zamanlarda yargılanmayı hiç düşünmeden yazmak istiyorum...Bugün aslında kızıma aldığım ama ona vermeden önce okumaya başladığım roman hakkında sohbet etmek istiyorum sizlerle...
               
               
             
               Bir yazar düşünün oyuncu , öğretim görevlisi , denizci , müzisyen , okul müdürü sıfatları ile çalışmış .1934 'te ilk şiir kitabını yayımladıktan tam 20 yıl sonra ilk romanını yayımlıyor. Bu roman öyle bir ticari başarı yakalıyor ki beş sene sonra öğretmenliği bırakıp kendini tamamen yazmaya adıyor... Ne kadar çok kitap yazarsa yazsın her yazarın hayatının en olgun ve lezzetli meyvesi tadında bir başyapıtı vardır . Dünya çapında ünlenmese de en azından yazar bunu kendisi bilir. '' İşte tam olarak anlatmak istediğim de bu . Hepimiz içimizde doğuştan gelen ve gerçekleştirmekten inanılmaz keyif aldığımız becerilere sahibiz . Bunların çok zor ya da karmaşık olmasına gerek yok . Yapanı mutlu etmesi yeter . Hele bir de maddi olarak yaşamı sürdürmeye katkısı da varsa daha da güzel . Bu katkı bireysel ya da toplumsal yardım kuruluşlarında kullanılabilir.



             

                 İlk şiir kitabından 27 yıl sonra ilk romanı ile Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülen Golding'in  hayatının meyvesi Sineklerin Tanrısı olmuş ve 1993 yılında gözlerini yummuş .

                Şu an elimde bulunan 36. baskısı . Yıllar önce filmini izlediğim romanı elime aldığımda , film karelerini hatırlamadığıma şükrettim . Çünkü kendisi de Kraliyet donanmasında görev alan ve denizci olan yazarın tasvirleri size olayın geçtiği yeri adeta yaşatıyor . Karakterlerin gücü inanılmaz. Duygusal zekasının çok çok yüksek olduğunu duyguları cümlelere döküşünden anladığım yazar , her bir karakterde ayrı bir düşünsel pencere açıyor ...

                 Mina Urgan'ın kitap hakkındaki yorumu şöyle :

               '' Sineklerin Tanrısı'nda gördüğümüz ıssız ada yeryüzünün cennetlerinden biridir. Çocuklar da bu adanın , okudukları Mercan Adasına çok benzediğini söylerler. Ne var ki , başlangıçta bunu hiç sezinlemediğimiz halde , atom çağının çocukları , bu güzelim adayı her açıdan cehenneme çevireceklerdir.''
               



                 Bu yorumu okuduktan sonra ellerinden cep telefonu ve tablet düşmeyen zamane çocuklarını düşündüm . Sevgili Golding yaşasaydı ve şu günümüze şahit olsaydı yaşları altı ile on iki arasında değişen çocuklar hakkındaki romanı   nasıl şekillenirdi acaba :) Merak ediyorum doğrusu...
             
                                       
                
               

29 Eylül 2017 Cuma

KABUĞU NE ?





    
      KABUĞU NE ?


     Yıllarca çalışkan sandı kendini
     Akıllı , derslerinde başarılı , mükemmel öğrenci.
     Olurda kötü bir not alsa karalar bağladı...
     Yapamazdı , başarısız olamazdı...




     O ise mükemmel anneydi
     Her şeyi bilirdi ve ona danışılırdı.
     Sevgili yardım meleği
     Olmazdı , asla hata yapamazdı...


    Güçlü sevgiliydi diğeri
    Herkesin ihtiyacını gören
    Sapasağlam durmak öğretilmişti ona
    Başkasını bilmezdi , yardıma ihtiyacı olsa da isteyemezdi...


    Can yakarak dik duracağını sandı diğeri
    Önce sen vur ! Yoksa devrilirsin ...
    Başka türlü ilişki kuramadı bir daha
    Asık suratının altındaki yumuşacık kalbini açmadı , açamazdı...


   Hep sevgi vermezse sevilmez sandı,
   Herkes onu beğensin diye uğraştı.
   Canı da yansa içine attı .
   Hayır demezdi , diyemezdi ...


   Etrafına bir bak kızmadan
   Ne kadar da çok çocuk var
   Hepsi ilgi ve değer görmeyi bekleyen..
   ''Gör beni ve değer ver '' demek isteyen ama diyemeyen


   Güçlü desinler ,
   Başarılı desinler ,
   Yardımsever desinler ,
   Çalışkan desinler , desinler de desinler

   Nelerden kaçtı da kabuğuna saklandı ?
   Neler duvar ördürdü etrafına ?
   Aslında nasıl görünmek istiyordu da hangi kabuğa saklanıyor ,
   Yoksa o çocuk hala saklambaç mı oynuyor ?


   Ayşen Çankaya 29.09.2017
   Uzun bir süre aradan sonra merhaba...



14 Şubat 2017 Salı

SEVGİ GÜNÜ











Çok daha gençken sevgililer günü gibi tarihler daha bir önemliydi sanki . Dün geceyi küçük çocuğunun başında ateş kontrolü ile uyumadan geçirmiş bir anne kimliğiyle ise tek önem verdiğim ateşin kontrol altına alınmış olmasıydı ...


'' Bugün sevgililer günüymüş '' diye sabah hatırlatan kızıma benim hediyem sizlerin sağlığı diye içimden geçirerek gülümsedim .


Benim için sevgililer günü gençlik yıllarımdaki anlamlarını değiştire değiştire bugünlere geldi ama aşkın heyecanlı kıpırdanışlarını yaşadığımız o günleri yaşayanları da anlıyorum :)


Sevgililer günü  kapitalist düzenin alışveriş - hediye bağlantısı ile eleştirilir. Aslında Aşk kitabının da yazarı olan  ülkemizin en iyi ilişki koçlarından Aslı Aydemir PCC ' nin günü değerlendirildiği sosyal medya paylaşımını sizlerle paylaşıyorum...Böylesine güzel fikirlerin üretilmesine vesile olduğu için de sevgi günü demeyi tercih ettiğim günümüzü kutluyorum :)


''Konumuz aşksa ve birtakım koşullanmalardan aklımıza hediye almak ve vermek geliyorsa, kalbimizde bulunsun:
Sevgilinize verebileceğiniz en güzel hediye, kendinizsiniz. Yalansız dolansız, oyunsuz, kılıfsız; sahici, içten, açık.
Bunun için kendinizi sevin. Çok sevin. Böylesine bir hediye verebilmenin tek yolu bu. Kendinizi o kadar sevin ki, ne olursa olsun kendiniz olmayı kimse olmaya değişmeyin.
...
Değerinizin, gücünüzün, eşsizliğinizin bilincinde olun. Varlığınıza şükredin ve sizi böyle seven birine sevgilim deyin. Sakın daha azı ile yetinmeyin.
Yüksek beklentileriniz olsun. Sevgilinizden verebileceği en güzel hediyeyi isteyin. Kendisini. "Seni dinlemek istiyorum.", "Seninle zaman geçirmek istiyorum.", "Seni merak ediyorum." "Seni çok seviyorum." Söyleyin. Yargılamadan, alay etmeden, küçümsemeden, korkmadan dinleyin, merak edin, çok sevin, bunu gösterin. Hediyenizi böylelikle alabilirsiniz. Daha azıyla değil.
Hediye almak da vermek de güzeldir. Daha güzeli, bunu anlamsızca bir güne sıkıştırmaya çalışmadan; sindire sindire her güne, hatta her ana yaymaya bakmaktır. Çünkü aşk bunu hak eder. Daha azını değil . ( Aslı Aydemir PCC İlişki Koçu )

3 Şubat 2017 Cuma

BUZ DEVRİ





Bir kaç gündür karla mücadele ediyoruz. Yollar buz pisti gibi . Bu durum özellikle sabahları işe yetişmeye çalışanlar için çok sıkıntılı durumlar yaratıyor . Bizler yılda bir kaç kez kısa süreli yaşadığımız bu durumun fiziksel ve ruhsal sıkıntılarını bu kadar yoğun yaşarken aylarca kar altında kalan diğer illeri de merak ediyorum . Acaba onlar yaşamlarının bir parçası olan karla daha mı barışık geçiriyor kışı ?

Kapılarının önünü temizleyen apartman görevlilerine ve esnafa dua ederek yürüdüm sabah . Acilleri dolduran düşme vakalarına yıllarca müdahale etmiş biri olarak ''Herkes kapısının önünü temiz tutsa tüm mahalle tertemiz olur .''sözünün önemini ve sonuçlarını düşündüm...Tam bu yazıyı yazarken Sivas'ta yaşayan bir akrabam arabasının panel görüntüsünü paylaşmış derece -27!

Eşi Kazakistan'da çalışan bir arkadaşım anlatmıştı . Arabayı durdurmadan evinin anahtarını hazırlamazsa , arabadan inip eve gidene kadar anahtarı bulup kapıyı açacak kadar hareket kabiliyeti kalmıyormuş .

Dediğim gibi insan oğlu adaptasyon yeteneği yüksek bir canlı. Her sene ağır kış şartlarına maruz kalanlar daha donanımlı karşılıyorlardır elbet . Bizim gibi sürpriz yoğun kar yağışı yaşayan illerde karda yürümeye alışmamış herkes düşe kalka ilerlemeye çalışıyoruz.

Zor kış şartlarıyla mücadele eden herkese kolaylıklar dilerim. Cuma günümüz hayırlı ve bereketli geçsin...