29 Temmuz 2015 Çarşamba

TESADÜF SANDIKLARIMIZ


TESADÜF DİYE BİR ŞEY YOKTUR 




Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir. Hiçbir hissediş, düşünüş, bakış, algılayış, seziş de öyle. Hatta bunların tersi de tesadüf değil. Alışveriş yaptığımız market, yemek yediğimiz lokanta, su içtiğimiz çeşme, yürüdüğümüz kaldırım ve orada yanlarından birer yabancı olarak geçip gittiğimiz insanlar. Tesadüf gibi görünen karşılaşmalar, yolu sorduğumuz herhangi biri, hafifçe çarptığımız insan.
Bize gülümseyen küçük bir çocuk önümüzden aniden uçuveren kuş…Gün boyu yaşadığımız en basit olay bile herhangi bir zihinsel, fiziksel, ruhsal yada duygusal bir olayın tetikleyicisi olur. Küçük ya da büyük…
Bazen hiç hesapta olmayan durumların içine çekiliveririz. Hayal bile etmediğimiz olayları yaşarken buluruz kendimizi. Bir martı çığlığı,bir satıcı bağırışı, alır götürür bizi yıllarca ya da yollarca uzaklara… Hem öğretmen hem de öğrenciyizdir her ilişkinin içinde. Doğduğumuz aile, gittiğimiz okullar, sıra arkadaşımız, sevgilimiz , eşimiz, çocuğumuz vs.
Her ilişki, farklı bir yönümüzün aynasıdır. Ve bizler de onlar için birer aynayız.
Farkındalığımız yükseldikçe, durumları ve ilişkileri yaşarken, kendimizi ve yaşanılanları gözlemlemeye başlarız. Ve eğer yaşadıklarımıza yüksek idrakle bakabilmeyi başarırsak, o ilişki ya da durumu ne için yaşadığımızı kavrarız. Düğmelerimize en fazla basan insanlar, en iyi öğretmenlerimizdir. O ilişkide kurban olmadığımızı anlar, ilişkinin bize neyi öğretmeye çalıştığını kavrarsak, dersimizi alır ve yolumuza devam ederiz. Eğer bunu yapamazsak, o ilişkide ya da durum içinde tutsak olur, ya daha ağır durumlar yaşar ya da daha travmatik durumları (o dersi alıncaya, eksik yönümüzü tamamlayıncaya, kendimizi düzeltinceye kadar) tekrar takrar yaşamaya devam ederiz.
Bazen bazı insanların hayatına yalnızca katalizör olarak gireriz. Onların hayatlarında değiştirmesi gereken durumun düğmesine basar ve sessizce çekiliriz. Ve yüksek farkındalık içinde kalırsak, yaşanılan durumdan etkilenmeden, arkamıza bakmadan yolumuza devam ederiz.
Özet olarak, en büyük düşmanımız en iyi dostumuzdur aslında. Çünkü bizde en büyük değişime neden olur genellikle. Ve her karşılaşma kutsaldır. Karşımızdaki insanın tanrısallığını kabul edip o şekilde yaklaşırsak, nefreti, öfkeyi, suçluluk duygusunu, o insana karşı sorumlu olduğumuz ve o ilişkiye mahkum olduğumuz duygusunu ve kini söküp atarız varlığımızdan.
YAŞADIĞIMIZ HER DURUM TANIŞTIĞIMIZ HER İNSAN ÖĞRETMENİMİZDİR
! Ne kadar kısa sürede öğrenirsek öğrenmemiz gerekenleri, karmamızı çözüp, iç huzuruna,mutluluğa,ideal ilişkimize ve ruhsal bütünlüğe ulaşırız…
Gönderen Academy of Spiritual Life  ( Sonsuz şifa internet sitesinden alıntıdır)

28 Temmuz 2015 Salı

KADIN VE GÜVEN

 KADININ EN GÜVENLİ LİMANI GERÇEKTEN GÜVENDİĞİ ERKEKTİR



Kadın için aşık olmak o kadar da önemli değildir. 
Kadın doğası gereği bir kelimeye, bir kokuya, bir bakışa aşık olabilir.. 
Aşk kadının bir organı gibidir, bir çok kez, bir çok şeye aşıkca davranabilir.
Aynı kadın bir anda, hiç ummadığın anda,
O'nun seni asla bırakamayacağına en emin olduğun anda,
Hayatından kaybolabilir.
Bu dünyanın en güçlü kadınları bile,kırılgan ve savunmasızdır.
Çabuk ağlatabilirsin bir kadını..
Ama bu sana olan aşkının alevini de çabuk söndürmen demektir.
Bir kadın senin için kaç kez ağladıysa
senden o kadar uzaklaşmıştır aslında.
Bir kadına herşeyi unutturabilirsin,
ama neden ağladığını ve o'nu kimin ağlattığını asla..
Sana gerçekten aşık olduysa o an için dünyasının merkezi sensindir.
Bir kadın erkeğe binlerce şans verir.
Söylediğiniz yalanları bilir, çoğunu belli etmez.
Kadınların erkekleri köşeye sıkıştırma derdi yoktur ki zaten bundan hoşlanmazlar.
Biriktiren ve kusan varlıklardır.
Bir kadının vazgeçemeceği tek erkek güvendiği erkektir.
Kime aşık olurlarsa olsunlar, bir gün mutlaka en güvendikleri adama geri döneceklerdir..
Bana bu dünyanın en fiyakalı şeyi sorulursa,
"Kadınına sadık ve sahip olabilmiş erkekler" derim.
Kadınını ağlatmamış,gözlerinde kadınının aşkına ihanet etmişliğin lekesi olmadığından,
kadının yüzüne gururla ve kendinden emin bakan...

ALINTIDIR...

24 Temmuz 2015 Cuma

KOÇLAR İÇİN - 1


VÜCUT DİSMORFİK BOZUKLUK  ( BEDEN ALGI BOZUKLUĞU )




           
                Ergenlerle yaptığım koçluk ön görüşmeleri sırasında bazen aramızda komik diyaloglar geçiyor. Benim asıl mesleğimi bilenler sivilceleriyle , kilolarıyla , hormonal düzensizlikleri ile ilgili sıkıntılarını dile getiriyor. Bazıları çözüm istiyor. İşin ilginç tarafı yaşadıkları bu özel dönemin yaşattığı bazı fiziksel ve ruhsal sıkıntılar gençlerin gündemini de meşgul ediyor.

               Koç olarak kendi düşüncelerimizi danışana sunma diğer bir deyişle danışmanlık yapma , akıl verme durumumuz yok. Koçluk seansı öncesi teknikler konusunda aydınlattığım gençlerden ziyade benim gibi ergenlerle daha sık karşılaşan , koçluk yetkinliklerini danışanı gerektiğinde uygun profesyonele yönlendirme konusunda geliştirmek isteyen, ilerlemekte  zorluk yaşanan danışanlar gibi hallerde yapılabileceklerle ilgili koç meslektaşlarıma katma değer sağlamak istedim.

               Bana ve mentörlerimize  sık sorulan sorulardan anladım ki bu tip 
sorunlar koçların sık şahit oldukları ve zarar vermeme duygusu ile kendilerinde soru işaretleri yaratan haller.  Ben de asıl mesleğimi yardımcı yaparak önce kendi bilgilerimi tazelemek , sonra da arkadaşlarıma bilgi sunabilmek için bir yazı dizisi hazırladım. Psikolog değilim .Psikiyatri stajı almış bir pratisyen hekimim. Sadece şunu söyleyebilirim.İnsan ruh sağlığı kapalı bir kutudur. Bazen dışına bir şeyler sızar. En deneyimli akademisyen psikiyatristlerin anlayamayacağı haller vardır. Genel bir tıbbi kural olarak HASTALIK YOK HASTA VARDIR. Her klinik halde her kişide farklı yaşanır. Aynı travmayı yaşayan 100 kişinin travmaya 100 değişik cevabı olur.Kimisi hayata devam dahi edemezken , kimisi aynı travmadan güçlenerek çıkar. NE GÜZELDİR Kİ KENDİ SEÇİMİMİZ OLAN TEPKİYİ VERİYORUZ.Koçlar olarak yargısızlık ana ilkelerimizdendir. Bu yazı dizisinin de amacı kimseyi tedavi etmeye soyunmak değildir. Aksine sosyolojik ve tıbbi diğer branşlarla dayanışma halinde bireye katkı sağlamaktır. Toplumda çok sık rastlanılan klinik durumlar hakkında kaliteli ön görüye sahip olmak kime zarar verebilir ? Koç eğer ICF standartlarında her türlü tekniği ve yetkinliği ustaca sergilediyse sonuç ve sorumluluk tamamen danışana aittir. Bunu bilen koç bana ne yaptın ben bunu daha önce neden düşünemedim diye soran danışanına '' Sana sadece profesyonelce yol arkadaşlığı yaptım ''der ve tebessüm eder. 
              BİLMEK BANA GÜÇ VE ÖZGÜVEN VERİR . HER ŞEYE RAĞMEN KAFASININ KARIŞACAĞINI DÜŞÜNEN YAZININ BUNDAN SONRASINI OKUMASIN LÜTFEN !

                     Bu konudaki her türlü katkıya ve eleştiriye açığım. Her zaman kullandığım bir pozitif inancım vardır : İki akıl tek akıldan üstündür. Kollektif bilinç yeni ilerletici ve yapıcı fikirlerin doğduğu yerdir...






            Günümüzde birçok kişinin bedeniyle ilgili bazı takıntıları bulunuyor. Ancak kişinin bedeninde gerçekte olmayan, varsa bile çok hafif olan bir kusur hayat kalitesini bozuyorsa, işe gitmesini engelliyor, arkadaşları ile ilişkilerini bozuyorsa, sosyal çekingenliğe sebep oluyorsa, anksiyete ve öfke yaratıyorsa ve bu durum hayatının yüzde 70’ini kapsıyorsa Beden Algı Bozukluğu’ndan bahsetmeye başlıyoruz.

               Bu kişiler sosyal fobi ve depresyonlarının nedenini vücutlarındaki anormalliklere bağlı olarak kaybettikleri özgüvenleri olarak düşünürler.


                  En sık üzerinde durulan vücut bölgeleri, görülme sıklığına göre yüz, saçlar, burun, cilt ve gözlerdir. Kusurlu olduğuna ilişkin kaygı duyulan vücut bölgeleri zamanla değişebilir. Sürekli aynada kusurlu bölgesini inceleme, kusurunun önemli olmadığına dair onay beklentileri, vücudunun yansımasını gösteren yüzeylere bakmaktan, toplumsal faaliyetlerden kaçınma ve hayali kusuru aşırı makyaj, giyim tarzını değiştirme gibi çabalarla saklama girişimleri vardır.Özellikle ergenlerde yapılan çalışmalarda yaklaşık %50 oranında dismorfofobik ( takıntılı beden algısı bozukluğu düşünceleri ) belirtiler olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Neyse ki bu olgulardan az bir bölümü klinik tanı alacak şiddettedir.



                  Başlangıç yaşı 15-20 yaşları arasındadır. Kadınlarda erkeklere, bekarlarda ise evlilere oranla daha sıktır. Vücut dismorfik bozukluğu olan hastaların sözde kusurlarını tedavi etmeye yönelik cerrahi girişimler, dermatolojik yaklaşımlar ya da diğer tıbbi tedaviler hemen her zaman başarısızlıkla sonuçlanır. Yapılan çalışmalar antidepresanların hastaların % 50'sinde etkili olduğunu bildirmektedir.

                   Bu bilgilerden koçlar olarak yararlanacağımız nokta çalıştığımız kişideki bulguların danışanın hayatının çok büyük bir kısmını meşgul edip etmediğidir. Kusurla ilgili estetik cerrahi geçirme gibi radikal karar varlığında da yönlendireceğimiz uzmanlık kesinlikle psikiyatridir. Çünkü tıbbi değişiklikte bu algı bozukluğunu çok yoğun yaşayan kişileri memnun etmez.

Beden dismorfik bozuklukta baskın olan davranış modelleri şunlardır 


*Belirli bir vücut kısmının görünüşünü, aynalarda ya da diğer yansıtıcı yüzeylerde defalarca kontrol etmek

* Kusuru sık sık diğerleriyle kıyaslama

*Resimlerinin çekilmesini reddetmek

*Fark edilebilir kusuru gizlemek için aşırı / abartılı giyinmek, makyaj yapmak ve şapka takmak

*Hayali kusuru saklamak için elleri ya da duruşu kullanmak

*Sıklıkla fark edilebilir kusura dokunmak

*Kişinin cildini yolması

*Hayali ya da abartılmış kusuru sıklıkla ölçmek

*Tuvalet ve bakım ritüellerini özenle yerine getirme

*Fark edilebilir kusura sahip vücut kısmı hakkında abartılı araştırma

*Kusurun minimal olduğu ya da var olmadığı ya da bir tedavinin gereksiz olduğu yolunda diğerlerinin kişisel görüşleri ve doktorların tavsiyelerine rağmen cerrahi girişim ya da tıbbi tedavi aramak

*Fark edilebilir kusur hakkında içini rahatlatma arayışı ya da diğerlerini bunun anormal ya da aşırı olmadığına ikna etmeye çalışma

*Fark edilebilir kusurun görünebileceği sosyal durumlardan kaçınma

*Hayali kusurdan dolayı diğerlerinin yanında endişe ve çekingenlik hissetme (sosyal fobi)

Şiddetli VDB olan kişiler, okulu bırakabilir, işlerinden istifa edebilir ya da evden dışarı çıkmaktan kaçınabilirler.

VDB olan kişilerde belirli fiziksel obsesyonlar (takıntılar) yaygındır. Bunlar aşağıdakileri içerir:
Burnun ebadı ya da şekli gibi belirli bir yüz uzvunun tüm ebadı, şekli ya da simetrisi
Çok büyük ya da çok bariz olarak algılanan ben ya da çiller
Akne ya da lekeler
Küçük izler ya da cilt sıyrıkları
Çok fazla yüz ya da vücut kılı
Kellik
Göğüs ebadı
Çok küçük olarak algılanan kaslar
Genital (cinsel) organların boyut ya da şekilleri
                    
               Alkol ve madde bağımlılığı , kronik mutsuzluk ve özgüven eksikliği , asteni , enerji düşüklüğü , OKB (obsesif kompulsif bozukluk ) ,takıntılı yineleyen düşünceler ,değersizlik hissi ve depresif ruh hali beraberinde gözlenebilir. En şiddetli olan durumlarda  5 kişiden birinde İNTİHAR düşünceleri görülebilir. Bu durumda zaten yapılacak ivedi olarak aileyi bilgilendirmek ve psikiyatriste yönlendirmektir. 

22 Temmuz 2015 Çarşamba

VİTAMİNLER - MİNERALLER 1

VİTAMİNLER ve MİNERALLER



        Vitaminler ve mineraller vücudumuzda gerçekleşen tüm işlemlerde anahtar rol oynayan ortak fonksiyon gösterdikleri diğer besin öğelerinin yerine de çalışarak organizmada birçok işin aksamadan yerine getirilmesini sağlayan besin öğeleridir. 

             Vitaminler düzenleyici olarak çalışan, koenzim veya bir enzimin ortağı olarak görev yapan kompleks kimyasal maddelerdir. Mineraller kemik, diş ve tırnak gibi dokularda hücrelerin önemli bir kısmını oluşturan, enzimlerle birlikte çalışan ve organizmada gerçekle- şen enzimatik reaksiyonları hızlandıran besin öğeleridir.

               Karbonhidratlar, proteinler ve yağlarla karşılaştırıldığında organizmanın vitamin ve mineral gereksinimi çok az miktarlardadır. Bu nedenle mikro besin öğeleri olarak adlandırılan vitamin ve mineraller doğrudan birer enerji kaynağı olmamakla birlikte, enerji sağlayan birçok mekanizmada çok önemli görevli olan maddelerdir.



21 Temmuz 2015 Salı

KİRİ AĞACI

Dünyayı kurtarabilecek ağaç: Kiri

Dünyadaki herhangi bir ağaçtan 10 kat daha fazla karbondioksit absorbe eden ve yüksek oranda oksijen üreten kiri ağaçları, gelecek senelerde Doğa Ana’ya büyük katkılar sunabilecek gibi gözüküyor.
Kiri adı Japonca kesmek kelimesinden geliyor, budanması durumunda daha iyi ve daha hızlı büyüdüğüne inanılmasından dolayı bu adı almış.
kiri ağacı
Ağacın boyu 9 metreyi geçebiliyor; nisan ya da mayıs ayında tatlı, kokulu çiçeği açıyor. Yaprakları protein ve nitrojen açısından zenginken, çiçekleri salatalara lezzet katıyor. Çiçekleri arılar tarafından da çok seviliyor. Ancak bunların hiçbiri bu ağacı esas özel kılan sebep değil. Kiri ağacı dünyadaki herhangi bir ağaçtan 10 kat fazla karbondioksit absorbe ediyor ve yüksek oranda oksijen veriyor.
Teksas’ta “Kiri Devrimi” projesine öncülük eden Chris Sanders ve Brittany Turner, ABD’de bu arındırıcı ağaçlardan 1 milyon tane dikmeyi hedefliyorlar. Son dönemlerde Teksaslıların sağlığı aşırı kirlenen toprak, hava ve su sebebiyle tehdit altında. Neyse ki kiri, kirli toprak, suda başarılı ve büyürken de yeryüzünü temizliyor, arındırıyor. Bir diğer harika özelliği ise bu ağacın dünyadaki en hızlı büyüyen ağaç olması: Tohumdan yetişen, sekiz yıllık bir ağacın boyu, kırk yıllık meşe ağacıyla aynı boyda. Kiri ağacı bir yılda dört buçuk metreden daha uzun olabiliyor.
Umarız bu özellikler herkes tarafından öğrenilir ve en kısa zamanda tüm dünyayı Kiri ile donatma projeleri başlar.
Not :ZAMAZİNGO.COM 'dan bilgilendirme amaçlı alıntıdır. Hiç bir değişiklik yapılmamıştır.
Kaynak: Ecoportal
Başlık Görseli: Kowalskyrie/Deviantart
kaynak: gaiadergi.com

ARKADAŞLARIMIN PAYLAŞTIKLARI -2


SEV BENİ
Sev beni.
Çok sev.
Olduğum gibi sev.
Eleştirmeden.
Değiştirmeye çalışmadan.
Artımla, eksimle;
Gözüne batan tarafımı, en çok sevdiğin yerimmiş gibi sev.
Öylesine çok sev ki,
Dolayım, doyayım ve daha çok isteyeyim,
Taşayım o sevgiyle.
O kadar ki,
Her baktığıma,
Her yaptığıma,
Her kızdığıma,
Benden önce sevgi dokunsun.
Beni dikkatle izle. Neye ihtiyacım var?
Beni içtenlikle dinle. Söylediklerimin ötesinde ne var?
Beni merak et. Sahiden ne arıyorum burada?
Eşsizliğimi her an anımsamam için senin gibi bir aynaya ihtiyacım var benim.
Yakın dur bana.
Sımsıkı sarıl.
Koşullar koymadan sev.
Çok sev.
Bunlara çok ihtiyacım var.
Aynı senin ihtiyacın olduğu gibi...
Aynı bugün en çok kızdığın kişinin ihtiyacı olduğu gibi.
Tuhaf değil mi, her birimizin ihtiyacı, aslında o kadar aynı ki.
***
Sevgiye doymuş olan hiç kimse,
kendisine ya da bir başkasına zarar vermiyor.
Zarar, yalnızca sevginin eksik olduğu yerde oyuna girebiliyor.
Ve bir sürü insana yazık ediyor.
Her neredeysek,
Üzerimize düşen ile ilgili yapabileceğimiz en iyi şey, ulaşabildiğimiz herkesi daha çok ve içtenlikle sevmek...
Çünkü hepimizin, en çok buna ihtiyacı var.
ASLI  AYDEMİR ( PCC  Profesyonel İlişki Koçu  kişisel internet sitesinden alınmıştır ) solaunitas.com

20 Temmuz 2015 Pazartesi

SAMURAY

Bir Samuray, üstadın karşısına dikilip şu soruyu sordu:
“Gerçekten de cennet ve cehennem var mıdır?”
Üstad: "Kimsiniz?"
“Bir samurayım.”
“Sen mi?” diye dudak büktü Usta , “Kendine baksana bir... Hangi efendi senden doğru dürüst hizmet umabilir? Daha ziyade dilenciyi andırıyorsun!”
Sinirden kıpkırmızı kesilen samuray kılıcını çekti.
Usta susmak bilmiyordu: “Vay! Kılıcı da varmış! Ama o kadar beceriksize benziyorsun ki nasıl olsa kafamı kesemezsin!”
Kanı beynine sıçrayan samuray kılıcını kaldırdı.
Ustaya vurmaya hazırdı. O anda Usta sakince, "işte cehennemin kapıları böyle açılır” dedi.
Ustanın serinkanlı tavrına şaşıran samuray kılıcını kınına soktu ve saygıyla eğildi.
Üstad sözünü şöyle bitirdi: “Cennetin kapıları da böyle açılır.”
UMUT KISA ( solaunitas.com)

90 'LAR SONRASI DOĞAN ÇOCUKLAR VE SORUNLARI


90 'LAR SONRASI HAZ VE HIZ ÇAĞI



Üniversiteye yeni başlayan bir kız öğrenci, ilk sınavından düşük bir not alınca sınıfta ciddi bir sinir krizi geçirdi. Hıçkırıklar içinde annesine telefon açıp derhal profesörle konuşmasını istedi. Elbette profesör görüşmeyi reddetti. Başka bir anne çocuğunun iş görüşmesine onunla birlikte katıldı, sonra da işe niye alınmadı diye merak etti.
Büyük bir işveren, bir iş görüşmesine gelen adayın kendilerine işe 18 ay içinde başlayabileceğini söylediğini belirtti. Karşısındaki işverenin bulunduğu yere gelmesi için 20 senedir çalıştığı aklının ucuna bile gelmemişti belki de.
Tüm bunlar kulağa çılgınca geliyor değil mi?
“Çok üzücü ama bu hikayelerin hepsi doğru” diyor Growing Leaders ( Liderler Yetişiyor) organizasyonunun kurucu başkanı Tim Elmore. “1990′lardan sonra doğan çocuklar , “anlık haz” çağında büyüdüler. iPhone’lar, iPad’ler, anlık mesajlaşmalar ve bilgiye hemen ulaşım, sürekli parmaklarının ucunda bulunuyor” diyor Elmore. “Okuldaki notlarını kendi çabalarıyla değil, anne babalarının “pazarlıkları” sonucunda elde ediyorlar. Küçücük şeyler başardıklarında övgüye boğuluyorlar. Yüzlerce Facebook ve Twitter arkadaşları var, ama gerçek hayatta pek fazla arkadaşları bulunmuyor.”
Bu gidişatı durdurmak amacıyla Growing Leaders organizasyonu, ulusal ve uluslararası 5000 devlet okulu, üniversite, belediye organizasyonu, spor takımı ve kurumla çalışarak gençlerin liderlere dönüşmelerine yardım ediyor. “Üç kez evlenip sayısız iş girişiminde başarısızlığa uğramadan önce kendilerinde eksik olan şeyleri onlara vermek istiyoruz.”
Peki ama anne babalar neden çocuklarına özgüveni öğreten ebeveynlikten, ne pahasına olursa olsun çocuklarını korumak isteyen helikopter ebeveynliğe geçiş yaptılar?
Belki de her şey anne babaların çocuklarının yaşamlarının her alanındaki güvenlik konusunda obsesif bir hale gelmeleriyle başladı. Dışarıda oyun oynamalarına izin vermek yerine çocuklarının tüm boş vakitlerini organize ettikleri aktivitelerle doldurmaya başladılar. Çocuklarının ödevlerini yaptılar, okulda hem öğretmenleriyle hem de arkadaşlarıyla yaşadıkları sorunları çözdüler ve ufacık şeyler için çocuklarına ödüller dağıttılar.
“Bu iyi niyetli ‘sen özelsin’ mesajları, bize pek de olumlu olarak geri dönmedi” diyor Elmore. “Onları geleceğe hazırlamak yerine onları korumaya adadık kendimizi. Düşmelerine, başarısızlığa uğramalarına ve korkmalarına izin vermedik. Problem şu ki, eğer çocuklar küçük yaşlarda, mesela parklardaki parmaklıklara tırmanmak ve düşmek gibi risklere bile girmezlerse, 29 yaşında atacakları her yeni adımda korku duyarlar.”
Psikologlar ve psikiyatristler giderek daha fazla genç insanın orta yaş bunalımı yaşadığını ve çok daha fazla klinik depresyon vakaları gördüklerini söylüyor. Bunun sebebi nedir? Genç insanlar, psikologlara ve psikiyatristlere henüz milyonlar kazanamadıklarını ya da mükemmel eşlerini bulamadıklarını anlatıyor.
Öğretmenler, koçlar ve yöneticiler, yeni neslin her şeye çok kısa süreler odaklanabildiğinden, içselden çok dışsal motivasyona ihtiyaç duyduklarından şikayet ediyor. Growing Leaders organizasyonunun amacı bu trendi tersine çevirmek ve gençlerin daha yaratıcı ve kendi kendini motive edebilen insanlar olmalarına yardım ederek kendilerine güvenmelerini ve dışsal motivasyona ihtiyaç duymamalarını sağlamak.
Aile psikoloğu John Rosemond da aynı fikirde. Rosemond, ödülün genellikle geri teperek beklenenden tam tersi bir etki yarattığını gösteren araştırmalar olduğunu vurguluyor. Öfkeli bir çocuk kısa süreliğine öfkeli olmadığı için ödüllendirildiğinde, ödüllerin gelmeye devam etmesi için kötü davranışını tekrar etmeye meyilli oluyor.
Nerede hata yaptık?
• Çocuklarımıza büyük hayaller kurmalarını söyledik ve şimdi her küçük eylem onlara önemsiz görünüyor. Oysa çocuklar sürekli dünyayı yerinden oynatamaz. Her ne kadar ilerleme gibi görünmese de küçük, ilk adımlar atmayı da öğrenmeliler. “Anlık şöhret” getirmeyen hiçbir şey onlar için yeterince iyi değil. “Onlara, harika şeyler yapmanın küçük hedefleri başarmakla başladığını anlatmamızın zamanı geldi” diyor Elmore.
• Çocuklarımıza özel olduklarını söyledik, üstelik ortada hiçbir sebep yokken. Mükemmel karakter özellikleri ya da beceriler göstermeseler de söyledik ve şimdi herkesten özel ilgi bekliyorlar. Problem şu ki, çocuklar özel olmak için özel bir şey yapmalarına gerek olmadığını sanıyorlar.
• Çocuklarımıza her türlü konforu sunduk, ancak onları hazzı erteleyemez bir duruma getirdik. Üstelik bizler de hiçbir şey için iki dakika bile sabredemez hale geldik. Ya da mesela iş yerinde işler istediğimiz gibi gitmediğinde çok çabuk sinirlenir olduk. “Artık istediğimiz şeyleri beklemenin, başkalarının isteklerine saygı göstermenin ve ‘ben’den daha büyük şeyler için bireysel arzulardan vazgeçmenin önemini öğrenme zamanı” diyor Elmore.
• Çocuklarımızın mutluluğunu en merkezi hedefimiz haline getirdik ve şimdi onlar için mutlu olmak oldukça zor. Çünkü mutluluk, anlamlı bir hayat yaşamanın bir sonucu. “Çocuklarımıza, gerçek hedefimizin, yeteneklerini, tutkularını ve yaşam amaçlarını keşfetmelerine yardımcı olmak olduğunu ve böylece onların da başkalarına yardım edebileceğini söylemeliyiz. Mutluluğun bunun bir sonucu olarak geleceğini anlatmalıyız”
Rahatsız edici çözümler:
“Çocuklarımızın 12 yaşında başarısızlığa uğramalarına izin vermeliyiz. Bu, başarısızlıklarını 42 yaşında yaşamalarından daha iyidir” diyor Elmore. Onlara, ‘istediğin her şeyi yapabilirsin’ anlayışının her zaman doğru olmadığı gerçeğini incelikli bir şekilde anlatmalıyız.”
Çocuklar hayallerini yeteneklerinin üzerine kurmayı ister. Sesi güzel olan her kız çocuğu bir gün ünlü bir şarkıcı olmayacak, küçükler takımında oynayan her sporcu büyüyünce büyükler liginde oynamayacak.
• Başlarına dert açmalarına ve sonuçlarına katlanmalarına izin vermeliyiz. Düşük not alabilirler, sorun değil. Bir dahaki sefere yüksek not almak için daha çok çalışmalılar.
• Özerklik ile sorumluluğu dengelemeliyiz. Örneğin oğlunuz arabanızı ödünç alırsa, benzin deponuzu doldurmak zorunda olsun.
• Öğretmeniyle işbirliği yapın, ama çocuğunuzun ödevlerini yapmayın. Eğer bir sınavda kötü not alırsa, sonuçlarına katlanmasına izin verin.
“Aslında işin sırrı, sertliği ve yumuşaklığı iyi dengelemekte” diyor Elmore. “Dışarıdan yumuşak görünüp içeriden sert olmalıyız. Çocuklarımızın büyüdüklerinde başarılı olmaları için henüz gençken başarısız olmalarına izin vermeliyiz.”( EĞİTİM MEDİADAN ALINTIDIR)

14 Temmuz 2015 Salı

TULUYHAN UĞURLUDAN ANLAMLI PAYLAŞIM


  ÜLKEMİ DÜŞÜNDÜM



NASA’nın uzayda dolaşan aracı New Horizons-Yeni Ufuklar, 1930’da keşfedilip hala gizemini koruyan Plüton’a (134340 Pluto) olabildiğince yaklaşarak, bugün dünyaya ilk görüntülerini gönderdi. Üzerinde ışıklı bir kalbin yer aldığı bugüne kadar gördüğümüz en yakın Plüton fotoğrafını birkaç gün içinde yenileri izleyecek. Haberi tüm dünya televizyonları yayınlarını kesip “son dakika ”haberi olarak verdiler…
Benim gibi daha küçük yaşlardan beri kâinatın sırlarını çözmeye çalışan, yıllarca NASA ve Avrupa rasathanelerinin çekmiş olduğu uzay görüntüleri eşliğinde konserler veren biri için bu haber ne kadar etkileyici de olsa, içimde heyecan duyamadım… Sadece üzüldüm, için için bu büyük araştırmaları yapan, yapabilen ülkelere imrendim.
Her taşına âşık olduğum ülkemin kısır çekişmelerle zaman öldürmesinden kendi adıma, hepimiz adına suçluluk duydum. Hazıra alışan gençliğimiz için umutsuzluğa kapıldım. Gelişmişliği sadece yeni telefonlarla yapılan selfie çekimlerde bulan, yabancı isimli kafelerde içilen kahve çeşitlerinin, ya da bildiğimiz makarnanın İtalyanca isimlerini söyleyerek ısmarlayan, Facebook’ta, Instagram’da birbirine caka satmak için fotoğraf paylaşan, Twitter’da, Ekşi Sözlük’te Batı’dan yarım yamalak öğrendiği yeni fikirleri kısaltılmış küfürler ekleyerek bozuk Türkçe’leri ile paylaşan gençlerimizi düşündüm.
Her hükümetle değişen eğitim sistemimizi, sanatın gün güne dışlanmasını, televizyonları saran yeni eğlence anlayışını, asıl kendilerine eğitim gereken, detone sesli müzik yarışması jüri üyelerini, Taksim meydanında mezbelelik gibi duran Atatürk Kültür Merkezi’ni, senfoni orkestralarında yıllarca müzik yapıp, geleceklerinin ne olduğunu bilmeyen orkestra sanatçılarını, her fırsatta dine küfretmeyi meziyet sayan inançsız yetişen nesillerimizi, iftar sofralarına davet edilince, kendilerini gerçek sanatçı sayanları, pazarlamacı show yıldızlarının twitter’dan ahkâm kesmelerini, trafik canavarlarını, toplumdaki bireyciliği ve saygısızlığı… Hepsini düşünüp, üzüldüm, hüzünlendim…
Her neyse, Plüton dedik, nerelere geldik. Toplumun düzelmesi için insanın birey olarak kendi yaptığı işi en iyi biçimde yapması, hiç yorulmadan her gün yeni bir işe koyulması değil mi doğru olan? Size sanat adına verebileceğim benden birkaç güzel haber var. Ağustos sonu Galata Mevlevihanesi konserlerimden sonra, eylül ortasında Haydarpaşa’da konserim olacak. Ardından Beyoğlu’nun en ünlü kilisesinde Dünya Başkenti İstanbul piyano resitalim gerçekleşecek. Farklı ve anlamlı mekânlarda sanatseverlerle bir araya gelmek, müziğimi kitlelerle paylaşmak, kulis kapısı önünde kısa sohbetlerde buluşabilmek beni çok mutlu edecek.
Sonsuza kadar sizlerle…
Tuluyhan Uğurlu paylaşımıdır...
NDÜM

BEBEK BÜYÜTÜRKEN -1



                            Anne hamile olduğunu öğrenir. Aile bireyleri uzun zamandır bu anı beklemektedir, kutlamalar yapılır. 9 ay boyunca bebeğin doğumu için hazırlıklar yapılır ve “o gün” gelir. Anne doğuma girer, baba ve tüm aile bireyleri heyecanla beklerler. Ne mutlu ki fizyolojik olarak sağlıklı bir bebek dünyaya gelmiştir. Bebek 4 aylık olduğunda, anne bebeğinde farklılıklar olduğunu gözlemler. Göz takibinin, el hareketlerinin ve tepkilerinin farklı olduğunu hisseder, ne var ki kimseye bunu açıklayamaz… Aradan 2 ay geçmiştir, bebeğin gelişimi 6 aylık bir bebeğin gelişiminden geride seyrediyordur. Neredeyse ses çıkarmıyordur, duygusal tepkileri belirsiz, bakışları donuk ve kaygılıdır… O süre zarfında birçok kez doktora gidilir, ama akut hastalık (Soğuk algınlığı, öksürük vb.) takipleri dışında bir değerlendirme yapılmaz. Anne bebeğindeki farklılık konusunda babayı ikna etmekte zorlanır. Baba, “her çocukta bireysel farklılıklar olabileceğini, kendi bebeklerinde de bir sorun olmadığını” dile getirir. Bir süre sonra baba da gözlemlerinde anneyle hemfikir olunca, bebeklerini çocuk doktoruna ve pedagoga götürürler. Uzmanlar gelişim değerlendirmeleri ve bazı tetkikler yapar. Sonuçlar bebekte gelişim geriliği olduğunu teyit eder. Artık onlar için belirsiz bir yolda bilmedikleri bir yolculuk başlamıştır…
         Bu örnekte bahsettiğim erken tanılanabilmiş bir gelişim geriliğidir. Uzmanların karşılaştığı durum ise genellikle tam tersidir; “çocuk konuşma yaşına geldiği halde konuşamadığı, basit komutları anlamakta sorun yaşandığı veya duygusunu ifade etmesinde gerilik olduğu” fark edildiğinde yapılan başvurulardır. Çocuğun 1-2 yaşından daha önceki dönemlerde, bu hikâyede de olduğu gibi doğal gözlemlerle gelişim sürecinden biraz daha haberdar olunursa erken tanılama yapılabilir. Hangi engel türünde olursa olsun, doğru tanı konularak gereken destek, eğitim ve gelişim sürecini başlatmak aile ve çocuk için en doğru davranış olacaktır...
NOT : Hekimlik hayatımda aldığım önemli hayat derslerinden biri de annelerin iç güdülerini önemsemektir. Dr. Ayşen Çankaya
Lütfen biraz daha gözlem, daha fazla DİKKAT ve FARFINDALIK… (Tin Psikoloji Portalından alıntıdır )

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM



                    Bu doğum günümden bir anı kalsın istedim. Yaş 41 . Hayatını mesleki ve ailevi açıdan yoluna koyduğun yıllar...Biraz daha rahat etmek istiyor beden , biraz daha dinlenmek...Ama ruh öyle mi? O kadar çok yapmak istediği şey sıralıyor ki şaşırırsın. Bu yaşımda da ömür ve sağlık oldukça faydası dokunacak paylaşımlarıma devam edeceğim. Allah (C:C) şahit olsun ki bunlardan en büyük beklentim O'nun tanımadığım kullarına bir şeyler ikram edebilmektir. Bu sebeple kendim için Allah'ımdan güç kuvvet , akıl sağlığı,duru ve hikmetli düşünce ile sağlıklı kalb,gönül ve vicdan isterken ;

                   Dua ediyorum bu doğum günümde...

                   Beni unutmayan dostlarıma ve arkadaşlarıma

                   Mesajları ile şaşırtan unuttuklarıma..

                   Eşime çocuklarıma

                   Anneme babama kardeşime ve ailesine

                   Kayınvalideme kayınpederime kardeşim Özgür ve Seren'e

                   Prensesler Öykü - Nehir , Neva - Duru'ya

                   Canım komşularıma , iş arkadaşlarıma

                   Ülkeme , milletime tüm din kardeşlerime
                 
                   Dini , dili rengi ne olursa olsun iyilere

                   Peygamberime (S.A.V) ve tüm peygamberlere

                   Hz.Cebrail'e ve tüm meleklere

                   Hz Ebubekir'e ve tüm halifelere

                   Zeyd bin Sabit ( r.a) ve tüm sahabelere

                  Hz.Hatice (r.a) ve tüm annelere

                  Sevgili Hz Meryem'e

                  Hz. Şems 'e ve tüm kamil mürşidlere

                  Hz.Mevlana gibi seven tüm gönüllere

                  3'lere 7'lere 40'lara

                 Asıl kahramanlar olan gayb erenlerine

                 Dua ediyorum hiç tanımasamda şu pencereden beni takip edenlere

                '' İNSAN'' vasfına yakışır vicdan sahibi herkese....

               

13 Temmuz 2015 Pazartesi

ŞİİR DURAĞI - 2


Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.

Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.

Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için...
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.

Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.

Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.

Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi,
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.

Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.

Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme
 
Mevlana Celaleddin Rumi  

( KADİR GECEMİZ MÜBAREK OLSUN...)

12 Temmuz 2015 Pazar

DİYET ÖNERİLERİ - 2

YAĞ YAKAN BESİNLER


1-Ananas: Ananastaki bazı enzimler, balık ve kırmızı etteki proteinin daha kolay parçalanmasına yardımcı oluyor. Böylece protein, hücreler içinde daha kolay emilebiliyor, vücut bu proteinlerden daha fazla yarar sağlıyor. Ananas aynı zamanda vücudun enerjisini artırarak daha fazla yağ yakılmasını da sağlıyor.

2-Elma: Elmanın sağlımıza pek çok faydası olduğunu artık herkes biliyor. Bu faydaların arasında özellikle bir tanesi kilo vermenize yardımcı olabilir. Hangisi mi? Tabii ki iştah kapatması. Elmadaki pektin sizi uzun süre tok tutar ve gereksiz atıştırmaları önler. Üstelik bir tanesi ile doymazsanız bir ikincisini yemekte hiç sakınca yok!

3-Enginar: Enginarda bulunan “cynarin” isimli madde vücuttaki toksinlerin atımını kolaylaştırıyor. Karaciğerin dostu olarak bilinen bu sebze bol magnezyum içeriyor ve yağ yakımını hızlandırıyor. Ayrıca bağırsakların çalışmasını da düzene sokuyor.

4-Fasulye: Yağ oranı düşük ve protein açısından zengin fasulyenin her türü, zayıflamak isteyenlerin listesinde mutlaka bulunmalı. Tok tuttuğu için atıştırmayı da önleyen fasulye, Kolesterolü düzenliyor, metabolizmayı hızlandırıyor, yağ yakımın kolaylaştırıyor. Tüm bu özelliklerin, nohut ve mercimekte de bulunduğunu hatırlatalım…

5-Kırmızı acı biber: Bibere acı tadın veren “capsaicin” maddesi metabolizmayı hızlandırıyor, vücut ısısını artırıyor. Vücut yükselen ısıyı düşürmek için ekstra enerjiye ihtiyaç duyuyor ve böylece yağ yakımı kolaylaşıyor. Zerdeçal da, vücutta kırmızıbibere benzer etkiye sahip.

6-Yabanmersini: C vitamini bombası yabanmersini aynı zamanda çok güçlü bir antioksidan. Ona koyu rengini veren madde serbest radikalleri yok ederek, toksinlerin dışarıya atılmasını kolaylaştırıyor. Yabanmersini yağ hücrelerinin çözülmesine de yardımcı oluyor.

7-Rezene: Çok güçlü bir aromaya sahip bu bitkinin içindeki uçucu yağlar metabolizmayı hızlandırıyor, enzim oluşumunu artırıyor ve bu enzimler yağların vücutta depolanmasını önlüyor.

8-Tavuk eti: Derisinden ayrılan beyaz tavuk eti protein açısından zengin, yağ açısından ise son derece fakirdir. Tavuğun yanı sıra piliç, deve kuşu ve hindi eti de aynı özelliğe sahip. Ayrıca bu gıdalar zengin birer protein kaynağı olarak cildin yağ dokusunu güçlendirirler.

9-Salatalık: Hemen hemen hiç kalori içermeyen salatalık, potasyum, kalsiyum ve demir açısından çok zengin. Selülitlere karşı kullanabileceğiniz bu gizli silah, vücudun su ihtiyacını karşılamaya da yardımcı.

10-Zencefil: Zencefil de, içerdiği yağlarla, tıpkı kırmızı acı biber gibi kalori yakımını hızlandırır. Aynı zamanda midenin yeterli derecede enzim salgılamasına yardım ederek sindirimi kolaylaştırır.

11-Kahve: Yapılan tüm araştırmalar kahvede bulunan maddelerin yağ yakımını hızlandırdığı yönünde. Bunun yanı sıra vücudun ısısını yükselterek kan basıncını da yükseltiyor. Böylece kan dolaşımı hızlanıyor ve zararlı maddeler dışarıya daha kolay atılıyor.

12-Kivi: Yüksek miktarda C vitamini içeren kivi – bir tanesi günlük ihtiyacı karşılıyor- vücutta depolanan yağların yakılmasına büyük ölçüde yardımcı oluyor.

13-Kıvırcık salata: Ülkemizde sofraların vazgeçilmez besinlerinden birisi olan kıvırcık salata, kas yapımına yardımcı olan potasyum açısından çok zengin. Vücudun kaslı olması ise hızlı bir metabolizmayla aynı anlama geliyor. Kıvırcık salatanın bol miktarda C vitamini içerdiğini, bunun dış yapraklarda daha fazla miktardayken iç kısımda kalan yapraklarda oldukça azaldığını da belirtelim.

14-Karides: Düşük miktarda yağ ve kalori içermesine rağmen yüksek miktarda protein ve aminoasit barındırıyor. Ayrıca içindeki glikonlar, bağ dokularını güçlendirme özelliğine sahip ve selülite karşı da tek kelimeyle birebir

15-Kuzu eti: Kuzu etinde kalori yakma özelliği bulunan 'karnitin' maddesi bolca bulunuyor. Bu madde özellikle karaciğerin çalışması ve temizlenmesine yardım ediyor.

16-Balık ve deniz mahsulleri: Balık ve deniz mahsulleri sağlıklı bir vücut için en önemli gıdaların başında geliyor Çünkü bunlar kalp ve damarlar için son derece faydalı olan omega-3 gibi doymuş yağ asitleri açısından çok zengin. Süt ve süt ürünleri: Süt ve süt ürünlerinde bulunan kalsiyum, sindirimi kolaylaştıran enzimleri harekete geçiriyor. Yine bu besinlerde bulunan B2 vitamini, vücudun enerji ihtiyacını artırırken karnitin, yağın depolarından alınıp kas dokularına taşınmasını ve orada enerjiye dönüşmesini sağlıyor. Soya sütü ise bu özelliklerin yanı sıra düşük kolesterol içermesiyle de tercih ediliyor.

17-Papaya: İçerdiği protein ve yağ yakımını hızlandıran enzimler sayesinde sindirimi de kolaylaştırıyor. Yağ, protein ve karbonhidratı birbirinden ayırarak bunların vücut için en iyi şekilde kullanılmasına yardımcı oluyor. Metabolizmayı harekete geçirdiği için vücuttaki yağ oranının azalmasını hızlandırıyor.

18-Kırmızı dolmalık biber: Gerçek bir C vitamini deposu olan kırmızı dolmalık biber, yağ yakımını kolaylaştırıyor, mide asitlerininin dengeliyor ve sindirimi düzenliyor. Tüm bunlar vücudun zararlı maddelerden daha kolay bir şekilde arınmasını sağlıyor

19-Kereviz: Sindirimi kolaylaştıran kereviz, bu özelliğiyle, formunu korumak isteyenler mutlaka bol miktarda tüketmesi gereken besinlerin arasında yer alıyor


20-Çay: Çayın hemen hmen tüm çeşitleri yağ yaktırıcı özelliğe sahip. Örneğin yeşil çay, içindeki bioflavonoidler yardımıyla metabolizmayı harekete geçiriyor ve düzenliyor. Mate çayı ve Çinli Pu-erh çayı da benzer özelliklere sahip.

21-Domates: Potasyum açısından zengin domates sindirimi de çok kolaylaştırıyor. İçindeki mineral ve vitaminler tüketeni tok ve zinde tutuyorr. İçindeki likopen ise çok etkili bir antioksidan ve hücreleri koruyor.

22-Limon, portakal, greyfurt: Gerçek birer C vitamini deposu olan bu meyveler içerdikleri flavonoidler sayesinde hem iyi birer yağ savaşçısı hem de bağ doksunu güçlendirdikleri için cildin dostu. Midesini düşünenler portakal yerine greyfurtu tercih edebilir…




ŞİİR DURAĞI - 1


Aşk İki Kişiliktir

Değişir yönü rüzgarın
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir.
Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden
Binlerce yıl uzaktadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına.
Aşk, iki kişiliktir
Avutmaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına.
Aşk, iki kişiliktir.
Yitik bir ezgisin sadece
Tüketilmiş ve düşmüş gözden;
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını,
Severken hiç bir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına, 
Aşk, iki kişiliktir.ATAOL BEHRAMOĞLU

10 Temmuz 2015 Cuma

DİYET ÖNERİLERİ -1



Diyet yapmak isteyip, iştahına engel olamayanlara önerilerde bulunan uzmanlar, gün içinde sık ve az öğünler yemenin, iştahın kontrolden çıkmasını önlemenin en kolay yolu olduğunu belirtiyor. Uzmanlara göre, yeme isteğinin kontrol altında tutulması, atıştırma krizinden kurtulmak için sağlıklı karbonhidratlara yönelinmesi, bol bol su içilmesi, yiyeceklerin iyice çiğnenmesi ve güç gerektiren egzersizlerin yapılması gerekir.Beynin, vücutta enerjinin azaldığını fark eder etmez açlık hissetmeye yol açan kimyasal maddeler salgıladığını belirten uzmanlar, "Ancak beynimizin bu kimyasal maddeleri salgılayan kısmı, aynı zamanda duyguları da kontrol ediyor. İşte, sıkıldığımız veya kendimizi kötü hissettiğimizde hemen buzdolabına koşmamızın başlıca sebebi bu. Ayrıca yemeklerin tadı, kokusu veya görüntüsü de açlık duygusuna sebep olabiliyor. Örneğin, yemek sonrasında canınız, tatlı vitrininde duran o dondurma kasesinden çekiyorsa, bunun sebebi kesinlikle aç olmanız değil, kontrolden çıkan yeme isteğinizdir. Eğer bunu aklınızdan çıkarmazsanız, tokken yediğiniz yemek miktarını en aza indirmiş olursunuz" ifadelerini kullanıyor.




Gün içinde sık ve az öğünler yemenin, iştahın kontrolden çıkmasını önlemenin en kolay yolu olduğunu kaydeden uzmanlar, şöyle devam ediyor:

"Belki yine arada bir şeyler atıştırmak isteyebilirsiniz, ama bu sefer yiyeceğiniz miktarlar az olacaktır. Böyle bir durumda atıştırmak için sağlıklı karbonhidratlara yönelin, çünkü bu besin türü, sindirim sisteminde daha uzun süre kalıyor ve şeker seviyenizi yavaşça yükselterek daha uzun süreli tokluk hissi sağlıyor. Yapılan araştırmalara göre, tat alma duyusunu değişik tatlarla tatmin etmenin, daha az miktarlarla yetinmeyi sağladığını bildiriyor. Sürekli aynı yemeği yeme, özellikle tadı hoşa gitmiyorsa, bir süre sonra tat alma mekanizmasının iptal olmasına yol açıyor. Ve bu sebeple de kendinizi sanki hiç yemek yememiş gibi hissedebiliyorsunuz. Böyle bir durumu engellemek için öğünlerinizi taze otlarla ve baharatlarla tatlandırabilirsiniz" tavsiyesinde bulunuyor.





Su içmenin, kişinin kendisini tok hissetmesi açısından önemli olduğunun da altını çizen uzmanlar, ayrıca vücut susuz kaldığında, çoğu zaman açlık hissine benzeyen sinyaller gönderdiğini belirten uzmanlar, bol su içmenin, beden su istediği zamanlarda yemeğe yönelmeyi engelleyeceğini kaydediyor. Uzmanlar, yiyecekleri uzun süre çiğnedikten sonra yutmanın, beynin vücuda giren besinleri kaydetmesine zaman tanımak anlamına geldiğini ifade ediyor. Üstelik bu şekilde tat alma duyusunun da tatmin olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Böylece doyduğunuzu anlamanızla, yemeye son vermeniz arasındaki zaman kısalıyor. Fazla yemekten kaynaklanan sindirim sorunlarından kurtulmanız da ayrı bir avantaj" ifadesini kullanıyor.

Uzmanlar, egzersizler zorlaştıkça vücut ısısının arttığını ve daha fazla kalori yakmaya başlandığını, bu durumun da egzersizi takip eden birkaç saat boyunca iştahın bastırılmasına sebep olduğunu bildiriyor. Böyle bir durumda normal öğün saatinden birkaç saat önce egzersiz yapmanın en mantıklısı olduğunu belirten uzmanlar, şöyle devam ediyor: "Çünkü öğün saati geldiğinde spor yapmanın verdiği etkiyle iştahınız biraz daha kapanır. Fakat asla öğün atlama hatasına düşmeyin, aksi halde hem vücudunuz zayıf düşer, hem de bir süre sonra aşırı yeme isteği duyarsınız."

ŞİZOFRENİ


 ŞİZOFRENİYİ TANIYALIM 




               Şizofreninin ortaya çıkışı değişik şekillerde olabilir. Bazı hastalarda aniden ortaya çıkabileceği gibi çoğu hastada sinsice yavaş yavaş gelişir. Yavaş seyir gösteren şizofrenide başlangıçta dikkat toplama güçlüğü, toplumsal ilgiyi kaybetme, içine kapanma, kendine bakımda azalma, dini uğraşılarda artma veya kara sevdaya tutulma gibi belirgin olmayan ve ilk bakışta şizofreniyi düşündürmeyen belirtiler görülebilir ve sıklıkla başka psikiyatrik hastalıklarla karıştırılır. 
               Bu başlangıç belirtilerinin ardından birkaç ay veya yıl içinde de tüm belirtileri ile hastalık ortaya çıkar. Hastalar sıklıkla garip davranışlar ve konuşmalar sergilerler. Gerçekte olmayan sesler işitmeye ve hayaller görmeye başlarlar. Bazı hastalarda garip pozisyonlarda uzun süre durma, bazılarında hiç hareket etmeksizin uzun süre sessiz kalma veya aşırı hareketlilik görülebilir.


               Yavaş seyir gösteren şizofreninin yanında hızlı seyir gösteren şizofreni de olabilir. Bu hastalarda ise belirtilerin çoğu bir arada aniden ortaya çıkar.Bazı hastalarda belirtiler hafif seyrederken bazılarında şiddetli semptomlar olabilir ve bu durumda hastaları kontrol etmek güçleşebilir. Şizofrenide görülen belirtiler iki başlık altında toplanır: pozitif belirtiler ve negatif belirtiler. Her hastada bu belirtilerin tümü bir arada görülmez. 





              Negatif belirtilerde; toplumsal çekilme, içine kapanma, ilgi ve istek azlığı, kendine bakımda azalma, konuşma ve hareketlerde azalma gibi belirtiler görülür.

        Duygulanımda azalma görülür. Hastaların jest ve mimiklerinin azaldığı görülür.Olaylara uygun tepkiler veremezler. Çoğu zaman yüzlerine maske giymiş gibi tepkisiz bir görünüm sergilerler. Bazen de uygunsuz tepkiler verdikleri görülür, ağlanacak yerde güler veya gülünecek yerde ağlayabilirler. Genelde hareketler azalmıştır.

      Harekete başlama güçlüğü görülür. İleri evrelerde hareketsiz uzun süre durdukları görülebilir. Bu hareketsizliğin nedeni sıklıkla ileri derecede kararsız kalmakla ilgilidir. Bazen bu uzun süreli hareketsizliğin ardından ani beklenmeyen bir hareketlilik olabilir, hasta yaydan fırlamış ok gibi eyleme geçebilir. Hastalar toplumsal olaylara ilgi ve isteklerini genelde kaybederler. Toplumsal çekilme, okul ve işe devam edememe, arkadaşlardan uzaklaşma, yalnız kalmayı tercih etme sık görülür. Dikkat toplama güçlüğü vardır, hastalar bir konuya odaklanamazlar.
      Şizofreni hastalarında saldırganlık sık görülen belirti değildir. Ancak şizofreni belirtileri ortaya çıkmadan önce saldırgan kişiliği olanlarda hastalık ortaya çıktıktan sonra saldırganlık görülebilmektedir. Bunun dışındaki hastalar genelde içine kapanıktır. Şüpheciliği olan hastalar ilaç kullanmıyorlarsa saldırgan olabilirler. Genelde aile içinde veya arkadaş ortamında saldırgan davranışlar gösterirler. Yine alkol ve madde bağımlılığı olan şizofrenlerde saldırganlık görülebilir. Şizofrenide intihar riski normal topluma göre fazladır. Hastaların %10’unda intihar girişimi görülebilmektedir. Hangi hastanın intihar edeceğini önceden kestirmek genelde güçtür. ( Doç.Dr.Sibel Mercan'ın yazısıdır.)



9 Temmuz 2015 Perşembe

KONSANTRASYON


          KONSANTRASYON


''Konsantrasyon , bezginlik duymadan fiziksel ve zihinsel enerjiyi tek bir noktaya sürekli uygulama yeteneğidir.'' Thomas Edison





             Konsantre olmayı öğrenmek oldukça önemlidir. Bu bağlamda geliştirilebilen bir özelliktir. Herhangi bir işte başarıya ulaşabilmek için tüm zihninizi ve düşüncelerinizi , üzerinde çalıştığınız konuya odaklayabilmeniz gerekmektedir. Konsantre olabilen insan tüm yapıcı düşüncelerden faydalanır ve zararlı düşünceleri zihninin dışında tutar.

            Aslında konsantrasyon , bütün dikkatin bir noktaya toplanması , bütün öğrenme mekanizmalarının aynı noktaya yönlendirilmesi , bütün alıcıların öğrenmeye hazır hale getirilerek algının en yüksek performansına ulaşmasıdır.

           İnsanlar genellikle sevdiği , önemsediği ve yapabildiği işler üzerinde uğraşırken daha uzun süre konsantre olabilirler. Dışarıdan  bakıldığında dikkat alanı daralmış gibi görünürken ; içeriden bakıldığında zihin gücünü aynı noktaya çevirmiş kişinin yayılmasını ve dağılmasını azaltmasıdır.

           Konsantrasyon süresi ve derinliği kişiden kişiye değişir. Derin konsantrasyon zihni sabit dikkat halinde tutmaktan ibarettir. Bu şartlar altındayken zihinde hiç bir imaj yoktur. Tam bir sükunet söz konusudur. Zihin pasifleşmiştir. Sürekli düşünce bombardımanı altında etkisini yitiren zihnin tamamen boşalması ise konsantrasyonun son aşamasıdır. Bu ancak derin meditasyon durumlarında yakalanabilen bir durumdur.

            Düşüncesini toplamayı bilen , onu saptırmadan ve kesinlikle kaybetmeden varmak istediği amaca doğru sevk eden kişi , güç ve etki araçlarını arttırır.

            İçimizde birbirine zıt çalışan ; duygu ve davranışlarımızda etki gösteren asıl iki güc vardır. Bunlardan biri gayret ve motivasyonla bizi ilerletmek ve geliştirmek yönünde hareket ettirmek isterken , diğeri bu isteğe çelme takıp düşürmek ve yerimizde saydırmak ister. İşte tam bu anda hangisinin üstünde zihinsel enerjimizi toplayıp konsantre olursak , o yöne ilerleriz. Konsantrasyon irade ve zekanın bir arada kullanılmasını sağlar.

            Konsantre olabilen insan huzurunu ; hareketlerini ve hayatını daha profesyonel kontrol ederek arttırır. Bireysel alışkanlıkların kontrolü de bu sayede kolaylaşır. Hayatının iplerini elinde daha fazla tutan insan içsel gücünü de arttırır. İrade gücü büyük engellerin üstesinden gelebilir. Güçlü yönlerini fark edene kadar insan kendi gerçek yeteneklerini de tam olarak bilemez. Bu noktada bireysel koçluk alan biri olarak bu konuda farkındalığımızı arttıracak  çalışmaların çok yararlı olacağı düşüncesindeyim. Aslında öğrenciler için uygulanan koçluk seanslarının zihinsel mekanizmaları olumlu yönde çalıştırarak konsantrasyon açısından da çok fayda sağladığını gözlemlemekteyim.

           Hayatta zaten devamlılığı olan bir farkındalıktan ibaret değil mi ? Farkındalık - Dikkat -Konsantrasyon yan yana geldiğinde ne anlam ifade ediyor size ?

             Konsantrasyonu etkileyen en önemli etkenlerden biri de olumsuz düşünceler ve o güne kadar ertelenmiş çözülmemiş problemlerdir. Bu konuda şu yaklaşım yararlı olabilir. Yeni bir işe veye programa başlamadan önce sizi demotive eden bir süredir zihninizi meşgul eden bütün sorunlarınızı belirleyin . Yapabileceklerinizi yapın ve listeden silin. Yapamayacaklarınızla vedalaşın. En azından anlamsız zamanlarda düşünüp enerjinizi düşürmenize izin vermeyin. Son yıllarda yapılan nörolojik çalışmalarda siz farkında olmasanız da tamamlanmayan işlerin sürekli bilinçaltı mekanizmalarını meşgul ettiği görülmüştür. Örneğin bir sorunu sürekli yerli yersiz düşünmek yerine belirli bir zaman dilimi ayırarak ve şu vakitte düşüneceğim diyerek bir plan yaparsanız olay üzerindeki gücünüz ve yetkinliğiniz artacaktır... 

           Genelde ailelerden ve gençlerden konsantrasyon konusunda sıkıntılar duyduğumdan konu hakkındaki kendi farkındalığımı arttırmak amaçlı topladığım bilgilerden süzülenler umarım size de yararlı olmuştur.

Teşekkürler...