22 Ocak 2016 Cuma

NETLERİNİ ARTTIRMAK İSTER MİSİN ?


        
                             

         
      
                    Karne günü olmasına rağmen öğrencilerin notlardan çok değerlerini sergilemelerini , öğrendiklerini sadece sınavlarda değil , hayatlarının her yanında kullanarak yaşam becerilerini arttırmalarını  önemseyen bir öğrenci koçu olarak   sık rastladığım bir sıkıntıdan bahsetmek istiyorum bugün. Okuma alışkanlığı . Öğrenci genelde şu cümlelerle geliyor. '' Paragraf sorularını okurken çok sıkılıyorum . '' 

                Aslında sonradan fark ediliyor ki okunması gereken soru , metin , kaynak uzadıkça bu sıkıntı giderek artıyor . Hatta öyle boyutlara ulaşıyor ki bu sorulara hiç bakılmıyor . Matematik sorusu bile olsa metinden ürken zihin , çözüm tekniği daha zor ve uğraştırıcı  kısa metinli sorularla boğuşmayı seçiyor. Sonuç sınavda kaçırılan kolay soruların dayanılmaz pişmanlığı :)

                   Ben bunu sadece öğrencilerde değil sosyal medya paylaşımlarında erişkinlerde de görüyorum . Paylaşım sadece görüntü içeriyorsa beğenilme oranı daha yüksek . Biz büyükler de okumaktan sıkılıyoruz. 

                    Daha önce kitabını okudukları eserlerden uyarlanan filmleri izleyen , iyi okuma alışkanlıkları olduğunu bildiğim arkadaşlarım genelde hayal kırıklığına uğradıklarını söylerler. Kendi zihinlerinde yarattıkları görüntülerin daha derin , daha anlamlı olduğunu ifade ederler. Bu kişilerin girdikleri sınavlarda yüksek oranda paragraf soru neti olduğunu da biliyorum .

                O zaman çocuklarımızın daha okul hayatlarının ilk yıllarında kitap okuma alışkanlığı elde etmeleri çok önemlidir. Bu cümleye sınav dönemlerinde daha fazla olmak kaydıyla öğrencilerin elinden okuma kitaplarını alıp test kitaplarını tutuşturan ebeveynlerin ve eğitimcilerin dikkat etmelerini çok isterim.  Tam tersi okuma alışkanlığı kazandırmak isteyen yetişkinlere direnen öğrencilerin de. Tabi ki denge önemli . Ancak planlarına az ama düzenli kitap okuma saati ekleyen öğrencilerin , hem dersler dışında zihinlerini dağıtarak hem de okuma becerilerini geliştirerek öğrenim hayatlarına ve yaşamlarına olumlu katkılar yapacaklarını düşünüyorum . Belki karne tatili de başlamak için bir fırsat olarak değerlendirilebilir :)

               Bir sonraki yazım da çocuklarda okuma alışkanlığı kazandırma üzerine olacak . Sevgilerle ...  

                                                                
                                                                                                               
 


            

20 Ocak 2016 Çarşamba

HEM DOKTOR HEM ANNE OLMAK NASIL BİR ŞEY

Sadece annelikten , hastalıklardan , çocuk büyütme gibi konulardan bahsedeceğim bir blog açtım .'' doktoranne '' elbette benim de takip ettiğim , çok kapsamlı anne blogları var. Tecrübelerini bir hekim profesyonelliği ile aktarıyorlar. Benim yaratmak istediğim fark tecrübelerimizin üstüne eklemek istediğim sağlam bir üst bilimsel bakış . Yararlanmak isteyenleri beklerim. Arada önemli yazıları bu blogda da paylaşacağım. Ne de olsa telif hakkı benim :) Bu blogtaki ilk yazım :

                                       HEM DOKTOR HEM ANNE OLMAK NASIL BİR ŞEY ?



         Bu soruyu  şöyle cevapladı içimdeki ses :

     '' Daha hassas :) ve çoğu zaman da daha umursamaz '' . Evet gülümsemeyi de yansıttım size çünkü gülümsedim . Peki neydi beni tam burada gülümseten ?

       Diyebilirsiniz ki bu kadında daha bir soruyu cevaplamadan diğerine geçiyor. O zaman sıkı durun bir soru daha geliyor :) Sorular değil mi bizi ilerleten ? 

       İlkokul öğretmenim bir gün beni bir köşeye çekti ve dedi ki : '' Ayşen çok soru soruyorsun . Biraz da diğer arkadaşlarına fırsat ver. Tabii o zamanki çocuk dünyamda farklı yorumladım bu öneriyi . Bir süre hiç soru sormadım . Dengeleyemedim çünkü ... İsterim ki bu platformda soru sormaya çekinmeyelim. Ne derler demeden tecrübelerimizi yorumlarımızı paylaşalım ki birbirimize katkıda bulunalım. Annelik ve çocuk bakımı yaşadığımız devirde farklı , birbirimizin işini kolaylaştıralım. Teknoloji ve sosyal medyayı yararımıza kullanalım.

      Yazının başlığındaki soruya gelirsek ;

      Bebeğinin gaz koliklerinde , en son doğum yapmış arkadaşını arayacak kadar çaresiz . Öğrenilen kuru bilginin sağlam tecrübelerle desteklenmeden bir çöp olduğunu fark edecek kadar yanılmış . Kısaca sizden , içinizden biri.

      1.5 ay önce çocuğunun geniz eti ve bademcik ameliyatı sırasında özellikle bu ameliyatı çocukları atlatmış annelerin bloglarından araştırmış , aşırı yararlanmış biri. Belki bu deneyimleri tıp bilgisi ve bitmek bilmez öğrenme açlığı ile aydınlatıp , sağlamlaştırarak katkıda bulunmak isteyen bir anne... Tecrübelere , annelerin içgüdülerine ve önsezilerine çok güvenen bir kardeşiniz...

      Çocukları çok seven , onların bedensel ve psikososyal sağlıklı gelişimlerinin geleceğimizi güzelleştiren adımlar olduğunu düşünen bir sağlık eğitimcisi ... Belki de yaşadığınız bir başka annenin beklediği cevaptır. Ne dersiniz ?


19 Ocak 2016 Salı

EINSTEIN'IN KIZI




      Albert Einstein 'ı kızı Lieserl ile gördüğümde bu dahinin hayran olunası zekası yanında ilk defa bir aile babası , eş ve insan taraflarına dikkat ettim. Kendisinin de yaşamının son yıllarında '' İzafiyet teorisi ile anılmaktan sıkıldım '' sözleri ile ifade ettiği gibi,   kendimin de zekasıyla isim yapmış bu adamı hiç fizikten ayrı düşünmediğimi fark ettim.

      Bana bu farkındalığı sağlayan aşağıda sunacağım kızına yazdığı mektup :


      '' Eğer canlılar olarak türümüzü sürdürmek istiyorsak , eğer yaşamın anlamını bulmak istiyorsak , eğer dünyayı kurtarmak ve onda yaşayan tüm duyarlı varlıkları kurtarmak istiyorsak , bunun tek yolu ve tek yanıtı sevgidir.

        Belki henüz sevginin bombasını yapmaya hazır değiliz , bu gezegeni mahveden nefreti , bencilliği ve hırsı tamamen yok edecek derecede güçlü bir bomba yapmaya hazır değiliz.

       Ama yine de her birey kendi içinde küçük ama salıverilmeye hazır güçlü bir sevgi jenaratörü taşır .

       Bu evrensel enerjiyi almayı ve vermeyi öğrendiğimizde sevgili Lieserl ; sevginin her şeyi fethettiğini , her şeyim üstünde olduğunu öğreneceğiz , çünkü o yaşamın özüdür...Baban Albert Einstein ''

       




17 Ocak 2016 Pazar

İNSAN


Şöyle bir bak kendine ,

Senden bir tane daha var mı ?

Kainatı toplasan 

Bir sen daha yapar mı ?

Senin gülüşün , senin bakışın , senin sesin 

Seni sen yapan özler başka yerde de var mı ?

Gülü gül yapan ne dikeni , ne yaprağı

Güle gül diyen gözünü yumar ve koklar mı ?

Bunca zaman uğraştın etinle , etiketinle

Sen gözünü yumsan seni yaşatan bunlar mı ?

Aklın , fikrin , hafızan , anıların 

Sevdiğin , sevildiğin , mutlu ettiğin anların

Sevgi havuzun senin söyle kolay dolar mı?

Öyle özel , öyle eşsiz ve değerli

Düşünen , seçen , bilinçli , şefkatli

Sevmeyi ve sevilmeyi de bilirse insan

Söyle kötü kokar mı ?


17.01.2016  Ayşen Çankaya SAMSUN 21:00






14 Ocak 2016 Perşembe

KONFÜÇYÜS DER Kİ






Konfüçyüs der ki eğitimli insanlar daha farklı düşünürler :


1* Baktıklarında berrak görmeyi düşünürler.


2* Dinlediklerinde , iyi duymayı düşünürler .


3* Görünüşleri bakımından sıcak olmayı düşünürler .


4* Davranışlarında saygılı olmayı düşünürler.


5* Konuşmalarında doğru olmayı düşünürler .


6* İşlerinde ciddi olmayı düşünürler. 


7* Kuşkuya düştüklerinde soruları nasıl soracaklarını düşünürler.


8* Öfkelendiklerinde , sorunları düşünürler.  


9* Kazancı gördüklerinde , adaleti düşünürler. 



ALINTIDIR





PİŞMANLIK DUYGUSU


'' Ölüler yaşayanlardan daha çok çiçek alır , 

           Çünkü pişmanlık minnetten daha güçlüdür. ''

                                                                         Anne Frankin


Pişmanlık değişik bir duygudur. Olumsuz olarak korku duygusunu da içinde barındırır gibi görünse de ; aslında daha doğrusunu yapma konusunda yardımcı ve kararlar alırken etkilidir. Bu bağlamda gelişmeye yarayan olumlu bir duygu olarak da yaşanabilir . İnsanlar tecrübelerine ya da varsayımlarına dayanarak bir diğerini '' .... yapma ! Yoksa pişman olursun ! '' şeklinde sık sık uyarırlar ve korkuturlar. 

Psikolojide  yapılan hatanın , kaçırılan fırsatın , kırılan bir kalbin vs. ardından bu yapılanlara ait düşünceler , hatayı düzeltme eğilimi ve olayı telafi edip ikinci bir şans elde etme isteği gibi ek duyguların da eşlik ettiği bir ruh hali olarak tanımlanır.

Pişmanlık duygusu , genelde kişiler kendilerini yaptıklarından farklı bir şey yaparken kolayca hayal edebildiklerinde yoğun olarak yaşanmaktadır. Duyguyu yoğunlaştıran bir diğer durum  da örneğin bir kaza sonrası can kaybı  halinde , gerçekliğe karşı sunulan alternatif çeşitliliğidir. Evden çıkmasaydı ... O otobüsü tercih etmeseydi... Ya da kayıp maddi ise insanlar  bir şey yaparak , çaba harcayarak elde ettikleri kayıpta hiç bir şey yapmayana göre daha güçlü pişmanlık yaşarlar. 

Son yıllarda yapılan klinik çalışmalar duygusal zihnin akılcı zihne göre çok daha hızlı tepki verip eyleme katılmasıyla , düşünen akılcı zihnin işaretleri olan ölçülü ve analitik düşünme fırsatına izin vermediği gerçeğini ispatlamıştır. Pişmanlık duygusunun ortaya çıkması tam bu anda akılcıl zihnin devreye girmesi ile daha da perçinlenir . Diğer duygulardan ayrı olarak , hırsla harekete geçip her şey olup bittikten sonra duygusal zihnin etkisi yatışıp mantıklı zihin etkisi oluştuğunda daha şiddetle hissedilir .Genelde şu cümle kurulur : 

'' Nasıl bu kadar mantıksız davranabildim ? ''

Partnerinizle yaptığınız kavga sahnelerinden biriyle ilgili anınızı zihninizde canlandırabilir misiniz ? Özellikle  tamamen haklı olmadığınız . Haksız olduğunuz , ama gururunuzdan ödün veremediğiniz ve en fazla zararla çıktığınız kavga yatıştıktan sonra hissettiğiniz duygu neydi tam olarak ? 

Peki ne oluyorda tüm zarara rağmen tersini yapamıyoruz ? 



Görülmüş ki bu fevri duyguların akla üstün geldiği anlar , amigdalanın ( Duygusal zihnin önemli beyin bölümü ) psikolojik gözcü konumu ile her türlü sıkıntılı deneyimi taradığı ve ruh dünyamızda merkezi bir hale oturttuğu hallerdir. Algılar , imalar , anılar taranır ''Bu benim nefret ettiğim , korktuğum , bana zarar verebilecek bir şey mi ? '' sorularına cevap aranır. Eğer evet cevabı varsa adeta bir sinirsel alarm verilir ve bu kriz mesajı beynin diğer kısımlarına iletilerek yayılır .

Salgılanan stres hormonları  bir sürü tepkimeye yol açar . ( Ayrıntılı bilgi için bakınız 08.01.2016 CÜZDAN blogcukoc.blogspot.com ) 

Karşılaştırma ve bağlantı kurma yöntemleri ile çalışan amigdala organizmayı koruyayım derken çoğu zaman en ufak algısal benzerlikte yanlışlıkla '' aynısı '' kararı verir. Tam bu noktada şu şarkı sözü geldi aklıma ve gülümsedim. 

'' Sırf sana benziyor diye usulca sokulup merhaba dedim '' tabi bu keşke her zaman merhaba demek olsa . Davranış benzerliklerinden hemen sildiğimiz , elektrik almadık diye gıcık kaptığımız , çok kızdığımız bir anıyı tetikledi diye ortalığı savaş alanına çevirdiğimiz anlarımız hiç mi yok ? 

İşte bugün olup bitenlere çok az benzeyen , ama amigdalayı uyaracak kadar da yakın olaylardan öğrenilmiş düşünceler , duygular ve tepkilerle karşılık vermemiz için  çılgınca talimatlar yağdırır , çoğu zaman aşırı duygu yüklü anıların yıkıcı ve aşırı tepkilerini şu anda yaşatır. Kriz tepkisi için olayın sadece bir iki yanını benzetmesi bile yeterlidir . Yani partnerinizle yaşadığınız bir önceki kavgayı ya da çözümlenip sonlanmamış bir sorununuzu benzerlikleri ile çağrıştıran her durumda bu döngü aktif hale gelebilir.

Sonuç düşünmeden sarf edilen ve asla unutulmayacak acı sözler , fiziksel ya da maddi kayıp , ilişkilerin zarar görmesi , ortaklıkların bozulması , kırılan kalpler ve en sonunda koskocaman ağırlığı ile ortada kalan pişmanlık duygusudur...

**********                          *********                       **********                           **********

Yararlanılan Kaynak : Daniel Goleman '' Duygusal Zeka  neden IQ dan daha önemlidir ? ''

13 Ocak 2016 Çarşamba

AŞK MI , ÇİKOLATA MI ?



Sağlıklı beslenme ve sağlıklı yaşam her yaşta her konumda insanın önemli değerlerinden . Hemen hemen hepimiz bu konuda çok sayıda haber kaynağından çeşitli bilgiler alıyoruz . Bu bilgilerin bazıları magazinsel ve komik olabiliyor. Geçen gün Prof.Dr Osman Müftüoğlu 'nun çikolatanın yararlarından bahsettiği bir programdan sonra  konuyla ilgili ben de bir yazı hazırlamak istedim. 

Programda bahsedilen yararlı asıl madde '' Feniletinilamin '' idi . Ancak incelediğimde çikolatanın içinde Feniletinilamin kadar yararlı bir diğer bileşik olan  flavanoller grubunun olduğunu gördüm . Çikolatanın içerdiği flavanoid miktarı çilek , domates , soya fasülyesi , yeşil çay , meyve ve sebzelerden çok daha yüksektir. Flavanoller ; serbest radikalleri devre dışı bırakarak kalp sağlığının korunmasını sağlayan çok önemli antioksidanlardır. Flavonoller bu antioksidan etkisini asıl olarak nitrik oksit üretimini arttırarak gösterir. Nitrik oksit ise atardamar cidarını genişletir ve böylece kan daha rahat akar . Oksijen vücuda daha rahat dağılır . Bu etki ile aynı zamanda kan basıncını da düzenler .

Diğer tatlıların aksine , özellikle bitter çikolatanın kakao oranının yükselmesi ile beraber artan şekilde glisemik indeksi düşüktür. İçerdeği flavanoid diabet ( Şeker hastalığı ) riski yüksek kişiler için de kan şekeri dengesini düzenlemeye yardımcı olur . 

Kahveden daha fazla '' Teobramin '' içerir. Bu madde beyinden salgılanan ruh halini canlandırıcı , coşku verici etkilere sahip nörokimyasalları uyarır. Ayrıca içerdeği  maddelerin serotonini arttırması ile doğal antidepresan etki gösterir. 

Flavonoidlerin cilt sağlığını olumlu yönde etkileyen özellikleri vardır . Çünkü güneş ışığındaki ultraviyoleyi emer. Bu şekilde yaşlanma karşıtı olarak çalışır.

Feniletinilamin çikolatanın içindeki en önemli maddelerden birisi . Daha doğrusu bunu söyleyen değerli Osman Müftüoğlu Hocam . Bu molekül bazı yerlerde '' Aşk molekülü '' olarak geçiyor. Böyle adlandırılmasının sebebi kişinin kendisini çok iyi hissetmesine sebep olması . 


Feniletinilamin memelilerin merkezi sinir sisteminde , sinir hücrelerini düzenleyici olarak işlev gösteren bir moleküldür. Feniletinilamin kakao çekirdeklerinin mayalanması ve kavrulması ile konsantrasyonu artan bir maddedir. Bu noktadaki tek sıkıntı feniletinilaminin MAO ( Monoaminooksidaz) enzimi ile çabucak yıkılmasıdır. Bununla beraber çikolatanın 80 derece sıcaklıkta yoğurulması sırasında kan seviyesini daha uzun süre koruyan '' Anandamid '' diye başka bir madde daha oluşur . Anandamid doğal sakinleştirici etkisi ile iyimseverlik yaratan bir madde . Feniletinilamine göre daha uzun süre kan seviyesini koruduğundan şu an için çikolatadaki asıl mutluluk verici madde olduğu ve bir taraftan da bunu serotonini arttırarak yaptığı düşünülmektedir. 

Aşkın ve sevginin oluşmasında noradrenalin ve dopaminin artması ile doğal morfin etkisi gösteren endorfini tetikleyerek rol almakta . Yani aslında bu hormonlar ve maddeler aşkın , sevginin ve mutluluğun olduğu hallerde kanda seviyesinin arttığı ispatlanmış maddeler. 

Kalorisi açısından şişmanlayarak ve kan şekerimizi aşırı yükselterek bu harika yararlarının tersine dönmemesi için miktar ve ihtiva ettiği kakao miktarı çok önemli . Dayanabildiğiniz acılıkta , kakao oranı yüksek ve her gün en fazla 30 gram bitter çikolata yemeniz yeterli ve yararlı .

Hayatınızda mutluluk , sağlık ve aşkın çikolatayla beraber olduğu huzurlu günler dilerim ...

Kaynak : NTV '' Osman Müftüoğlu ile Yaşasın Hayat '' , çikolatamitivetarihi.wordpress.com, Hürriyet arşiv 

12 Ocak 2016 Salı

STEVE JOBS'UN SON SÖZLERİ


Apple Computer Co. kurucusu ve tasarımcısı Steve Jobs 5 / Ekim / 2011 tarihinde kanser tedavisi sonrası vefat etti. Ölmeden önce herkesle paylaşmak istediği sözler çok değerli . Okumamış olanlar ve tekrar okumak isteyenler için tekrar paylaşıyorum.

İŞ DÜNYASINDA BAŞARININ ZİRVESİNE ULAŞTIM. 
DİĞER İNSANLARIN GÖZÜNDE ,BENİM HAYATIM TAM BİR BAŞARI ÖRNEĞİ!
**********************************************************************************************************************************
Ancak, çalışmanın yanında mutluluğu çok az yaşadım. Sonuç olarak, zenginlik ve varlık hayatın alıştığım bir yönü oldu.
Şu anda bir hasta yatağında tüm hayatımı gözden geçirirken, kıvanç duyduğum tüm zenginlik ve tanınmanın ölümün karşısında solduğunu ve anlamsızlaştığını anlıyorum.
Karanlıkta bana hayat desteği veren cihazların yeşil ışıklarına bakarken onların çalışma uğultularını dinliyorum. Ölümün nefesinin giderek yaklaştığını hissediyorum…
Şimdi şunu biliyorum; hayatımız için yeteri kadar varlık elde ettiğimiz zaman, zenginlikle ilgisi olmayan konuların peşinden gitmemiz gerekir… daha önemli olan şeylerin:
Belki dostluklar, belki sanat, belki de gençlik yıllarında kurduğumuz hayaller…
Sürekli olarak zenginliğin peşinde koşmak insanı benim gibi eğri büğrü hale getiriyor.
Allah hepimize zenginliğin oluşturduğu illüzyonu değil, herkesin kalbindeki sevgiyi hissedebilmemiz için duygular verdi.
Kazandığım zenginliği ve varlığı birlikte götüremiyorum.
Birlikte götürebildiğim tek şey sevginin oluşturduğu hatıralarım.
Sizinle birlikte olan, size güç veren ve size yola devam etmeniz için ışık veren gerçek zenginlik işte bu sevgi dolu hatıralar.
Sevgi binlerce kilometre gidebilir. Hayatın sonu yok. Gitmek istediğiniz yere gidin. Ulaşmak istediğiniz yüksekliğe ulaşın. Hepsi sizin kalbinizde ve ellerinizde.
Dünyada en pahalı yatak nedir biliyor musunuz? – “Hasta yatağı”
Sizin için arabayı sürmesi için bir kişiyi kiralayabilirsiniz. Sizin için para kazanması için bir kişiyi isdihdam edebilirsiniz. Ancak hastalığınızı sizin için taşıyacak kimseyi bulamazsınız.
Kaybedilen materyaller bulunabilir. Ancak kaybolduğu zaman asla bulamayacağınız bir şey var – “Hayat”.
Bir insan ameliyathaneye girdiğinde, o ana kadar okumayı bitirmiş olması gereken bir kitabın olduğunu fark ediyor – “Sağlıklı Hayat Kitabı”.
Şu anda nasıl bir hayat sahnesinde olduğumuzla, zaman içinde, perdeler aşağıya inince yüzleşiyoruz.
Ailenizin, eşinizin ve dostlarınızın sevgilerine değer verin.
Kendinize iyi bakın. Diğer insanlara şefkat gösterin.
( ALINTIDIR )

8 Ocak 2016 Cuma

CÜZDAN


Bir süredir bilgi yükü yüksek yazılar yazdığımı , ama bu bilgileri gerçek hayatta hiç kullanmadığımda ne kadar çöp olduğunu yaşadıklarımdan sonra anladım. Son 7 Ocak tarihli ''Duygusal beyin '' yazımda şok anında beynin nasıl çalıştığından , daha analitik düşünmeyi sağlayan prefrontal korteksin devreye soktuğu bilinçli zihnin amigdalaya imdadından bahsetmiştim . Bakın ne yaşadım :

Kızıma para vermek için çantamı açtığımda cüzdanımın yerinde olmadığını gördüm. İşte tam o anda böbrek üstü bezlerinden salgılanan adrenalinin yoğunluğu damarlarımda dolaşmaya başladı. 

Adrenalin aslında asıl amacı şok durumlarında organizmaya ekstra enerji sağlamak olan bir hormondur . Bunu yaparken akciğer düz kaslarını gevşetir , kalbin kasılma gücünü arttırır , kan basıncını arttırır  ve bazı mekanizmalarla kan şekerini arttırır. Bu anlattıklarım kaza gibi hallerde işe yarasa da günlük hayatta ani adrenalin etkisine maruz kalındığında ki aşırı şaşırma , korkma  ve stres hallerinde beynin komutası ile çok bol miktarda salgılanır ; vücudu hayatta tutayım derken  tersine de sebep olabilir. 

Nadir de olsa korkudan ölenler olduğunu duymuşsunuzdur . Adrenalinin kasıp kavurduğu ortalığı , noradrenalin adlı hormon düzeltmeye çalışır . Kan basıncı yine artar , göz bebekleri büyür , boyundan yukarısı kızarır vs. Bununla beraber organizmanın sakinleşmesi ve biraz da tehlikelere karşı dikkatinin artması sağlanır .

İşte ben de cüzdanımı bulamamanın şokuyla sağlıklı düşünme yetimi bir anda kaybettim . 

Hatırladıklarım tamamen ilk şok geçip prefrontal korteksimin ipleri ele geçirdiği andan sonra olanlar . Ani bir korkuyla en kötü senaryoyu yazdım. Gözümün önüne gelen ilk cüzdan fotosu oğluma kefir aldıktan sonra yaptığım ödemeydi . Markette düşürdüm seçeneğini , belki de arabada çantadan düşmüştür seçeneği izledi . Tekrar çıkartılması gereken kimlikler , kredi kartları  bir film şeridi gibi değil de halay ekibi gibi gözlerimin önünden tekrar tekrar geçiyordu . Normalde üşendiğim arabama inmem hiç bu kadar hızlı olmamıştı . Arabada cüzdanı bulamadığımda analitik zihnim devreye girmişti artık . Bana içimden şöyle seslendi :

'' Sakin sakin ... Hatırlasana sen o marketten iki defa kefir aldın . Hem de üst üste aynı gün iş çıkışı . Hem son kefirin parasını cüzdandan değil cebinden çıkarttığın parayla ödedin . Cüzdanın iş yerinde kullandığın küçük çantanda. '' 

Evet nabzım normale dönmüş , her ne kadar gözümle gördüğüm andaki kadar olmasa da rahatlamış ve gece cüzdan kabusu görmemiştim . Yazımın ertesi günü yazdıklarım , yaşayarak öğrendiklerimle perçinleşmiş halde iken ve içimdeki ses ince ince ''Bakalım sonraki şok durumunda ne yapacaksın ? '' diye sırıtırken şu cümleyle  bitiriyorum :

 '' Ben yapamadım ama belki siz ilk şok anında yazımı hatırlarsınız :) ''


08. 01 .2016  13.30  Ayşen Çankaya 



6 Ocak 2016 Çarşamba

DUYGUSAL BEYİN




'' Duygusal dürtüler ne kadar kontrol edilebilir ? '' başlıklı yazımı duygusal farkındalığımızı arttırmanın temelinde ; duygusal beynin iç bağlantılarını , duygusal verileri nasıl işlediğini ve beynin bilişsel -  düşünme kısmıyla bağlantı kurmada niçin önemli olduğunu bilmek vardır diye bitirmiştim. Peki nedir o zaman bu duygusal beyin ? Bir de duygusal olmayanı mı var ? 

Günümüzde duygusal zeka kavramını duymayan pek kalmadı . Örneğin Daniel Goleman , duygusal özdenetimin önemini anlattığı '' Duygusal Zeka '' kitabında  duygularla ilgili en önemli keşiflerden biri olarak  LeDoux' un  ''Amigdala'' ile ilgili çalışmasını  göstermektedir. Bu çalışmada amigdalanın duygusal bir gözcü olarak beyne korsanlık yaptırabileceği ispatlanmıştır. Bu ne demektir? 

Yapılan araştırmada ; göz ya da kulaktan gelen duyu sinyallerinin önce talamusa ( belli bir işi gerçekleştirmek için davranışların şekillendiği yer ), oradan da tek bir sinirsel bağlantı  ( sinaps ) ile amigdalaya ulaştığı anlaşılmıştır . Talamustan gelen bir ikinci sinyal de düşünen beyin olan neokortekse gider. Bu dallanma amigdalanın neokorteksten önce tepki vermesine neden olur.

Duygusal farkındalık için bilimsel ilerleyelim derken kaybolmayalım da tabii :) Yazıyı  şöyle örnekleyerek açalım . Duygular bir kere ortaya çıktığında aklı temsil eden beyin bölümünden önce badem kadar küçük iki amigdala en ilkel ve en güçlü tepkileri ortaya çıkaracak şekilde çalışır.

Öfkesi kabardı !
Sinirleri boşaldı !
Bir anda dondu kaldı ! 
Şok oldu !

Günlük yaşamda kullandığımız bu deyimler aslında hep bu sinirsel aksın gerçekleşmesi sonucu yaşanır. Yani bazı duygusal tepkiler ve duygusal anılar hiç bir bilişsel katkı olmadan ortaya çıkabilir . Bu algısal seçiciliğimiz kadar ilk anda algıladığımız şeyden bilinçsizce hoşlanıp hoşlanmadığımıza karar verdiğimiz '' ilk izlenim '' saniyeleri için de işleyen bir süreçtir.

O zaman bizler ne yapmalıyız ? Belki de yapılabilecek şey duygusal belleğin saklandığı yer olan amigdalayı zaman zaman gönderdiği acil mesajları sırasında yönetebilmektir. Bugün ve şu anda olanlara geçmiş tecrübeleri ile öğrenilmiş düşünceler , duygular ve tepkilerle karşılık vermemiz için amigdalayı uyaran olaylarda bir es verip olayla ilgiyi asıl çıkaracak merkeze '' Hipokampüse '' alan açabilmektir. Hipokampüs yaşanmış olayla ilgili bilgiyi çıkarırken , amigdala aynı bilginin duygusal değeri olup olmadığını belirler. 

Duygusal kazaların yaşanmasında da bu kısa devrenin sonucu olan duyguların düşüncelerden önce gelişmesi yatar. Amigdalanın duygusal bir durumda hemen tepkime başlattığı noktada şunu yapabilmek değerlidir : '' AMİGDALA ÇIK ARADAN ! '' Tam bu noktada imdada yaşanan korku ve öfke patlamasında hisleri idare edici özelliği ile '' Prefrontal Korteks '' yetişir.

Preferontal korteks tabiri caizse ateşe su dökerek amigdala ve limbik sistemin yarattığı kaosu analitik yaklaşımı ile düzene sokar. Eskilerin '' Basiretim bağlandı '' diyerek ifade ettiği ; duygusal beyin dilinde yaşanan o kadar acil bir duygusal durumdu ki prefrontal korteks devreye giremedi demektir bir açıdan ...

Bir sürü canlı türü için hayatta kalmayı sağlayan saldır ya da kaç şeklinde davranış modeline dönüşen bu ilkel tepki dünyanın efendisi insanoğlunda gelişmişliğine yakışır ölçüde duygusal tepkilerle yaşanır. Hatta en gelişmişleri amigdalalarını dürten bir durumla karşılaştıklarında şöyle bir durup kendilerine sorar ve adeta bir tazı gibi duygunun izini sürerler . '' Burada beni kızdıran gerçekte tam olarak neydi ? ''

Etrafınıza şöyle bir baktığınızda bazı insanların trafikteki öfkeleri , bezdirici alınganlıkları , aşırı duygusal ve ani tepkileri , ağlama krizleri gibi bir sürü hal sanki prefrontal korteksin o an hakim olan amigdalaya ikna ediciliği , derin bir nefes almayı , empati kurmayı , basireti telkin ettiği ve sanki şu şarkıyı söylediği zamanlardır :

'' Biraz da anla beni 
   Hak ver böyle dememe .
   Bırak şu çocukluğu ,
   Pişman etme sevmeme.

   Büyümeyen bebeksin ,
   Ninniye alışmışsın.
   Öldürüp mahvederken ,
   Gülmeye alışmışsın.

   Benliğini ara bul ; 
   Yaşına yakış artık !
   Uğrunda yandı bir kul ,
   Gerçeğe alış artık. ''         
   Söz : Günay Cantürk  Müzik : Cengiz Kurtoğlu

Devam edecek :) :) :)  


    


4 Ocak 2016 Pazartesi

112. YAZIM 112 ÜZERİNE



112 .yazımı meslek hayatımın 3 yıl hastane + ambulans , 2 yıl ambulans , 5 yıl da KKM ( komuta kontrol merkezi ) olmak üzere 10 yılını dolduran 112 AMBULANS SERVİSİ 'ne ayırdım tabii ki :)

Ülkemizde kişi başına düşen ambulans görevlendirmeleri yurt dışına göre çok yüksek. O halde ne zaman ambulans çağırmamız gerektiğini yeniden gözden geçirmeliyiz. Hem hizmeti veren hem de alanlar tarafında iyileştirilmesi gereken durumlar var.

Özellikle yüksekten düşmeler gibi kazazedenin kesinlikle yerinden oynatılmaması gereken hallerde , kalp krizlerinde , trafik kazalarında çağırdığınız ambulansın sizin bölgenizden gelmesi çok önemlidir . Bu tam olarak ne demektir ?  Ambulans istasyonları her ilde bölgesine göre numaralandırılmış ve konumlandırılmıştır. Bunların görevlendirilmeleri merkez il KKM  ' lerince yapılır. Yani sizden önce KKM' yi yaşadıklarını abartarak ya da daha kötüsü yalanla birisi kandırır ve ambulans yönlenirse ; sizin yakınınızın kalp krizinde ambulans başka bölgeden gelecektir. Ambulans gecikti diye tekmelenen ambulansların arkasında genelde böyle bir sebep vardır. 

Peki hangi durumlarda size ambulans gönderilir ?

* Kalp krizi
*Boğulmalar
*Zehirlenmeler
*Bilinç kaybı ve felçler
*Kazalar  ( Trafik kazaları , iş kazaları , ev kazaları , elektrik çarpmaları , ciddi yanıklar , uzuv kopmaları)
*Ani gelişen durdurulamayan kanamalar
*İntihar girişimleri
*Yüksekten düşmeler
*Darp ve yaralanmalar
*Deprem , sel ve yangın mağdurları 
*Şeker hastalığı komaları ( hipoglisemi ki bu hiperglisemiden daha tehlikeli ve ölümcüldür!)


Peki 112 'yi aradığımızda nelere dikkat etmeliyiz ?

*Konuşurken olabildiğince sakin olmalı bu sağlanamıyorsa , daha sakin birinin araması sağlanmalıdır.
*KKM'nin sorduğu sorulara olabildiğince kısa ve net cevaplar verilmelidir. Çünkü saniyeler değerlidir.
*Kimin hangi numaradan aradığı bildirilmelidir.
*Olayın tanımı tam olarak yapılmalı , hasta ya da yaralı sayısının durumu belirtilmelidir.
* Geri aranma ihtimaline karşı KKM' yi arayan telefon meşgul edilmemelidir.
* Öncelikle bulunduğunuz il - ilçe - semti belirtiniz. Posta adresi ile birlikte olay yerine yakın ve herkes tarafından iyi bilinen ( okul , market , durak , mağaza vb. ) bir yer adı verilmesi istenilen adresi bulmayı kolaylaştırır.
* Gerektiğinde bir bekleme noktası belirlenerek hasta yakınının ambulansı karşılaması istenebilir.
*Bölünmüş yollardaki hasta ve yaralılarda olayın meydana geldiği istikameti mutlaka belirtiniz. Ör : Samsun-Bafra yolunun Bafra istikameti gibi )


112 ' yi aradığınızda SAKİN VE NET KONUŞARAK ; adınızı soyadınızı ve aradığınız telefon numarasını bildirin. Hastalığın ve yaralanmanın tarifini yapınız. Tam olarak yerinizi tarif edin ve etrafınızdaki okul ,cami ,karakol vb. yerleri de belirtiniz. Telefonunuzu meşgul etmeyiniz !

AMBULANS ÇAĞIRDIKTAN SONRA HASTAYI BAŞKA ARAÇLA SEVK ETMEYİN ! 

AMBULANSLAR HASTANEDEN DEĞİL KENDİ İSTASYONLARINDAN GELİR . HASTANEYE HASTA BIRAKTI İSE HASTANEDEN GELİR . SİZE YAKIN HASTANE VARSA NEREDE KALDI DİYE PANİĞE KAPILMAYIN !

******               *******           *******            *******             *******              *********

Hangi durumda size ambulans gönderilmez :

*Hastanın durumu acil kapsamında değilse ,

*Gündüz veya mesai saatlerinde randevu ile polikliniklerde muayene edilebilecek durumdaki hastalar,

*Evde serum taktırmak , enjeksiyon yaptırmak vb. durumlar 

*Daha çabuk muayene olacağını düşünerek hastaneye nakil istemek.

*112' yi meşgul ve suistimal etmek .

UNUTMAYIN GEREKSİZ ÇAĞRILAR BAŞKA HAYATLARA MAL OLABİLİR !!!




(att.net'ten yararlanılmıştır)

EVLİLİK SON ŞANSI HAK EDER



Allah kimseyi evliliği ile imtihan etmesin
Bir karı koca gelmişti yanıma… Boşanmaya karar vermişler.
“Ayrılma kararımızı uzun uzun düşünerek verdik. Bu konuda bizi ikna etmeye çalışmayın lütfen. Ayrılırken çocukları zarara uğratmak istemiyoruz, bu konuda yardım ederseniz seviniriz.” dediler.
“Tamam; ancak ayrılış sürecini yeterince bilmeliyim ki çocukları zarara uğramaktan koruyabilelim.” dedim.
Önce beyefendiyi yalnız dinledim…
-“Neden ayrılıyorsunuz?”
Cevap netti: “Nankör… Ne kadir bildi ne kıymet! Bir sorun kendisine, kendi yaşıtı hangi arkadaşının arabası varmış, bırakın arabası olmasını, kendi arkadaşlarının ehliyet almasına bile kocaları izin vermezken ben ona araba aldım. Ama hata etmişim… Çalışmıyor kendisi; ama benim kredi kartımı o taşır. Sorun bakalım bir kez, yaptığı harcamalarla ilgili hiç hesap sormuş muyum? Daha ne anlatayım… Biraz birikmiş param vardı, ev alalım dedik, tapusunu eşimin üzerine yaptım… Ben bunları yaptım ama Allah insanı nankör etmeyegörsün, 2 yıldır ayrılacağım diye tutturdu, sonunda ben de ‘ne hâlin varsa gör’ dedim.”


-“Eşinizi seviyor musunuz?”
“Çok seviyordum; ama artık değil…” dedi.
Beyefendi dışarı çıktı, hanımefendi ile görüştüm.
“Eşiniz size her türlü imkânı sunmuş, araba almış, ev almış, kendi kredi kartını size tahsis etmiş.” dedim.
“Evlilik ev ile, araba ile olmuyor hocam… Ben eşime yıllardır ulaşmaya çalışıyorum, ama o duyarsız. Hissiz bir adamla evlenmişim, tam 10 yıldır bunun acısını çekiyorum.”


Adam kadına “nankör”, kadın adama “duyarsız” diyordu.
Devam etti kadıncağız: “En son olayımızı anlatayım. Bunca yıllık evliyiz. Eşimle bir gün dışarı çıkıp el ele yürüyemedik. Sevmez böyle şeyleri. Etrafımda insanlar var, eşleri ile kahve içmeye gidiyorlar, çay içiyor, sohbet ediyorlar, bizimki sohbet etmez. Elinde bir cep telefonu, oynar durur. Geçen ay bizim evlilik yıldönümümüzdü. Eşime sürpriz yapayım istedim. Yemek masasını özene bezene hazırladım. İki kırmızı mum aldım, bir başa birini, diğer başa öbürünü yaktım. Servis tabaklarını çıkarttım, baş başa sohbet ederek yemek yeriz diye hayal ettim. Eşim akşam 7’de gelecekti… Gelmedi. Telefon ettim, cevap vermedi. Mesaj gönderdim, ‘yoldayım’ diye kısa bir cevap yazdı. Saat 8 oldu yok, 9 oldu gelmez… Mumlar yana yana bitti. Çocuklar babalarını beklerken uyuyup kaldılar. Saat tam 23’te geldi. Ben sinir küpü olmuşum. Kapıyı açtığında bağırdım birden.

 ‘Neredesin sen ya, neredesin!’ dedim… Trafikte kaldığını söyledi. Ben akşama kadar hazırlık yaptığımı söyledim. Evlilik yıldönümümüz olduğunu söyledim. O da öfkeliydi, ‘Bağırma bana!’ dedi. ‘Ne istiyorsan onu söyle!’ dedi. Ben de ona ‘Dışarı çıkmak istiyorum, evli olduğumu hissetmek istiyorum, dışarıda insanlar eşleri ile yürüyor, ben de el ele tutuşup yürümek istiyorum, anladın mı?’ dedim. ‘Tamam, abartma, bağırma!’ dedi. Çıktık dışarı… Yürüdük, yürüdük, ama hiç konuşamadık. Bir ara döndü, bana baktı, ben bir şey söyleyecek diye sevindim. Ama o ‘Bu kadar yeter mi?’ dedi. Sanki fino köpeğinin gezme ihtiyacını gidermişti de geri dönmek için ‘Bu kadar yeter mi?’ diye soruyordu. Kalbim nasıl incindi anlatamam. Ve o gün artık ayrılmaya kesin karar verdim.”

Beyefendiyi davet edip bu olayı anlattım. O gün akşam eşine ‘Yeter mi bu kadar?’ diye sorup sormadığını sordum. Şaşın şaşkın yüzüme baktı. 
Bu adam üniversite mezunu idi… Ama bir kadını anlayabilecek duyarlılıkta bir yaşam tecrübesi yoktu. Muhtemelen kendi anne babasından da dinlememişti yeni nesil bir genç hanımefendinin ihtiyaçlarının neler olabileceğini.  “E, sordum… Ne varmış bunda? Sormamalı mıymışım? Bu da mı suçmuş?”


Babası gibi baba olmayı marifet zannediyordu. Bir aile danışmanından yardım almayı da gereksiz bulmuşlardı. ‘Kol kırılır, yen içinde kalır’ diye öğretmişti toplum onlara.
Sonra ne mi oldu? “Biz boşanmaya kesin kararlıyız.” deseler de birbirlerini başka başka bakış açıları ile anlamaya başladıklarında kararlarından vazgeçtiler.
Şimdi, ikinci baharlarını yaşıyorlar…
Allah kimseyi evliliği ile imtihan etmesin...


( ALINTIDIR )