8 Aralık 2016 Perşembe

HAYATLA BERABER AKMAK



Hayatla beraber akmak hakkında çok özlü söz dolaşıyor sosyal medyada.Herkes yaşadığını , tecrübesini kendi cümleleri ile aktarıyor. Öyle bilgece ve karmaşık yorumlanıyor ki bazen , sanki hayatın akışını yakalamak çok zor hatta imkansız gibi algılanabiliyor zihinlerce... Kendi kendime sorduğumda ise içimden gelen cevap '' Bu kadar zor olmamalı ''diyor tatlılıkla... Çünkü hayatın en güzel şeyleri en  saf , en doğal enerji ve neşeye sahip olanlardır. 

İnsan yapısal olarak aslında kendini korumak amaçlı belirsizliklerden korkar . Kaderimizin belirsizliği ve gelecek kaygısıyla anı yaşayamamak hemen hemen hepimizin yaşadığı durumlardan. Sadece bazılarımızda daha çok kaygı oluşturabiliyor. Öyle ki duraklamaya , konfor alanında paniklemeye sebep oluyor.

Hiç bir şey yapmadan başına gelecekleri beklemek değil ima ettiğim . Yoksa insan ister , adım atar . Hatta insan gerçekten isterse adım atar !

Ama bir yandan da yaşamındaki her şeyi kontrol edemez . Peki bu kontrol edemedikleri ile iç barışı sağlamak mümkün olabilir mi ?

Biraz daha açayım . Az önce kahvemi getiren garson kız son anda fincanı salladı ve kahve tabağa baya döküldü . Kızla göz göze geldik . Pişmanlık dolu gözlerinde özürüm zaten gizliydi . Gülümsedim ve '' Bu aralar çok nasipliyim bak nasıl taşıyor? '' dedim . Pişmanlık yerini minnettarlığa bıraktı ve sadece ikimizin anladığı o güzel enerji anı ölümsüzleştirdi . Hatta bu yazı ortaya çıktı . İlginç şekilde kahve de lezzetli geldi.

Bunu yazınca akşamki olayı hatırladım aslında . Kızımın sakarlığı sonucu kırılıp banyoyu sabuna bulayan sabunluk . Tepkimden korkan gözlerle haber veren kızımın sakinliğim karşısındaki şaşkınlığı . Şaşkınlığı diyorum çünkü bağırdığım , fazla tepki verdiğim olmuştu. 

Sonuç 10 dakikada silinen banyo yüzeyi sabah uyandığımızda hala mis gibi sabun kokuyordu . '' Banyo sayende mis gibi koktu .''dedim kızıma . Gülümsedi . O alacağı dersi almıştı ve olan zaten olmuştu .

Bunları örnek verdim . Çünkü böyle yazdığıma bakmayın hala saçma sapan şeylere çok fazla tepki verebilen biriyim ve niyetim aman sizde böyle yapın doğrusu bu falan demek değil. Ama fark ettim ki tepkilerimi kontrol ettiğimde ve sakin kalabildiğimde olay can sıkıcı bile olsa arkasından keyif veren , mutlu eden bir olay oluyor.

Bunların hayatla beraber akmakla ilgisine gelince , kontrol edemediğimiz ama başımıza gelen şeyleri olgunlukla aştığımızda en azından akıntıya karşı kürek çekmemiş oluyor gibiyiz . Hayatın akışına teslim olup , onunla birlikte aktığımızda enerjimizi boşuna kaybetmiş olmamakla beraber bir de enerji dolabiliyoruz . Daha sonra yapacağımız güzel şeyler için...

15 Kasım 2016 Salı

DÜRÜST ESNAF



Benim babam da , dedem de tulumba tatlısı yapardı...

Bize dedemin öğrettiği olmazsa olmaz tek meslek kuralı vardı.

'' Ustalık marifette değil , dürüstlüktedir ! ''

İşini sevmek . İşini aşkla yapmak . İşini sadakatle icra etmek . Bir satırı anca dolduran bu kelimeler , yansımaları düşünüldüğünde daha da önem kazanıyor...


İşini seven bir dedenin günümüzde dede olan torununa bıraktığı ahlaki miras , torunun gözlerinden yansıyan onur yazdırıyor bu yazıyı .

'' Bizim tulumbacımıza  glikoz denen şey girmedi . Daha çok ve kalitesiz satıp daha çok para kazanmayı düşünmedik hiç . İnsanları kilometrelerce öteden bu basit tatlıyı yemeğe getiren şey , bizim mesleğimize duyduğumuz saygı . ''

- Tulumbanın lezzet sırrı ne ?

'' Ben tulumbanın hamurunu havanın sıcaklığına göre yoğururum . Rüzgara göre , güneşe göre karar veririm . Hamurumun tarifi her gün değişir . En önem verdiği şey ise kaliteli malzeme ve pancar şekeri kullanmaktır .''

Usta bunları anlatırken derin çizgilerle dolu yüzünden duyduğu gurur okunuyordu .

İşini sevmek basit bir şey değil . İşini seven insan etrafına da mutluluğunu yansıtır . İş sırasında geçirdiği saatler onun için bitse de şunu yapsam dediği zaman dilimleri değildir . O zaten işini yaparken yaşar . 

Böyle kişileri çalışırken izlemek çok keyiflidir . İzleyene bu işi yapmak için yaratılmış dedirtir. Bazen bir aşçı , bazen bir ayakkabı boyacısı , bazen bir kuaför ya da ressam ... Çalışırken enerjisi etrafa yayılır adeta.

'' İşini seven insanlar , modern şarj dinamolarıdır . Onlar etraflarına da enerji verir .'' Mehmet Doğramacı

Peki siz işinizi ne kadar seviyorsunuz ?



11 Kasım 2016 Cuma

SIKILINCA BOŞARSIN !


Bugün başka bir konu ile ilgili şeyler yazmak isterken , sabah işyerimin önünde güzel havayı fırsat bulup oturan bayanlardan birinin  söylediği cümleyle beynimden vurulmuşa döndüm.

Zaman zaman çocuklarım , bizim de zamanında büyüklerimize yaptığımız gibi düşüncelerimin popüler kültürün gerisinde kalması ile ilgili espriler yaparlar. Bu sebeple kabalık olsa da dönüp söyleyen kişinin yaşına baktım . Pek de gençliğine veremeyeceğim olgunlukta olduğunu gördüğümde üzüntüm bir kat daha arttı.

Evlilik , çocuklar ve aile hem bireysel  hem de toplumsal olarak çok önemsediğim kavramlar. Bana katılacağınızı düşünüyorum önemsediğimiz değerler konusunda genellikle algılarımız açıktır . Konuyla ilgili görsel ve yazılı basından , sosyal medya paylaşımlarından tutun sabah başıma geldiği gibi günlük hayatta tanımadığınız bir kişinin sarf ettiği cümle bile zihninizde yerini alır.

Hemen her gün daha mükemmel bir ilişki için orada burada bir şeyler okuruz ve kendi ilişkimiz içindeki anlamlarını düşünür , belki birtakım farkındalıklar da yaşarız .  Görebileceğimiz evlilik- ilişki konulu yazılarda davranış değişiklikleri ile ilgili şunlar gibi  başlıklarda toplanabilen tavsiyeler verilir :

* Evliliğiniz ya da eşiniz hakkında tahminler yürütmeyin , her konuyu açık açık konuşun.

* Davranışlarınızın sonuçlarını görmezden gelmeye kalkmayın , hatta bilmeden yapmadıklarınız buna dahil . ( Bu cümleyi anlarken zorlandım :) ama doğru galiba bazen yapmadığımız şeyler yüzünden üzülüyoruz...)

* Eşinizin duygularına karışarak denetlemeye ya da yönlendirmeye çalışmayın.

* İlişkinizi kurtarmak için YOK ETMEYİN!

Bu liste çok uzun ama ben tam burada duracağım. Bu önerilerin çoğu emir kipleri gibi gelse de , ilişkileri düzeltmek gibi iyi bir amaca hizmet ettikleri düşünülürse üsluba katlanılır herhalde. Bir diğer taraftan böyle önerilere bir tarafımız öyle alıştı ki sanki birileri şunu şöyle yap demese ilişkimizin kontrolünü kaybedivereceğiz :)

Benim inancım insanın kuracağı her ikili ilişkinin o kişilere özgü ve eşsiz olduğu . Yani bir ilişki için ilaç olabilecek öneri , bir diğerinde ters tepebilir. Yine bana göre ilişkiyi en iyi yaşayan değerlendirir.

İlişkiyi kurtarmak için yok etmemekle , sabah duyduğum SIKILINCA BOŞARSIN cümlesinin ilişkilerimiz içerisindeki ağırlığı aslında bu laf kalabalığı ile size açmak istediğim.


Zihnimdeki evlilikten sıkılmanın çaresi boşanmak mı  sorusuna cevaplar ararken bulduğum ''Neden sonsuza kadar bir yastıkta kocayamıyoruz ? '' başlıklı bir yazıdaki uzmanların yorumları bu konudaki düşüncelerime adeta tercüman oldu. Farklı cinslerde ve görüşlerdeki kişilerin fikirlerine beraber bakalım istedim .( Gülin Yıldırımkaya'nın 03.09.2009 tarihli yazısının tamamını da bulabilirsiniz)


Peki ne oldu da artı yürütemiyoruz ? Türk aile yapısı tek ebeveynli modele mi dönüyor? 

'' Evlenen kişinin boşanmayı bir seçenek olarak düşünmesi evliliği baştan tehlikeye atar. Burada evliliği ciddiye almama sorunu var . Zaten evliliklerin yarısı boşanma ile sonuçlanıyor , yapamazsak biz de boşanırız diyorlar. Aslında bu yaklaşım Türk aile yapısına uygun değildir.

Burada çaresizliğin kabullenilişi var . Dünyaya bir kere geliyorsun ,canının istediğini yap mantığı evliliğin , ailenin toplumsal faydasını es geçen , hedonizmi ön planda tutan yaklaşımı bize de yansıyor.

Halbuki evlilik , gelecek için çile çekmeyi de gerektirir.   Prof.Dr. Nevzat Tarhan  ''




'' Boşanma olumlu diyemeyiz ama aile ortamında yaşanan baskılara , güvenli ve duygusal zemin sağlayan aile yapısı artık bunları sağlamıyorsa bunu kabullenmemek olumlu. Şimdiki gençlerde hayat çok hızlı.Bu hız , çok fazla düşünmeden bir araya gelen , çabuk evlenip , çabuk yaşayan ve çabuk boşanan evliliklere gidiyor. (Runaway Modeli ) Prof.Dr.Esin Küntay ''


'' Belli bir forma koymak isterseniz insanları , toplumsal yapı buna isyan edecektir. Kuralların dışına çıkmaya çalışan örneklerde de fatura her zaman daha güçsüz olan kadına kesilecektir. TV evlilikleri , internet evlilikleri , eşin dostun takıları için evlenmek üzerinde düşünülmesi gereken bir olgu. İnsanlara partnerini tanıyabilme hakkı verilmediği zaman tek meşru yol nikah olursa sonuç da hızlı bir boşanma olur.  
 AV. Hülya Gülbahar KA-DER Genel Başkanı ''

Sonuç olarak artan boşanma oranları popüler kültürün etkisi ile artacak mı yoksa sarkaç etkisi ile gelenekselleşmeye mi hizmet edecek göreceğiz. Belki de evlenmeden önce eskiden bir arkadaşımın dediği gibi ehliyet alıp , sınavlara girilecek dönemleri bile görmemiz olasıdır . Bu durum şu an için gülümsetmekle beraber  '' SIKILIRSAN BOŞARSIN ! '' cümlesindeki zorumuza giden anlamı ; sağlıklı psikolojiyle tanıyarak sevgini sağlamlaştırdığın partnerle yaptığın evlilik hayatın boyunca tadını severek yediğin bir yemek gibi sana tatlı gelir , onu istediğin baharatlarla çeşnilendirir , zaman zaman da acısına katlanır ama BIKMAZSIN 'a çevirebilir... Ne dersiniz ? Kimbilir ?







10 Kasım 2016 Perşembe

ÖLENLER NEREDE YAŞAR ?



Büyüklerim Atatürk ve Vatan sevgisini beraber verdiler bize. Yıllarca çabaladıkları topraklarda son zamanlarda yaşadıkları zulmü ve yoksulluğu anlatırken gözleri dolar , '' Aman siz bu toprakların kıymetini bilin kızanım !'' diye nasihatlerini sonlandırırlardı . 

O zamanlar ben her Atatürk büstünde rahmetlinin yattığını zanneder , çocuk saflığımla duamı okumadan geçmezdim . O bize büyüklerimin dilinden hiç düşmeyen çok değerli bir şey hediye etmişti .

Zamanla onun en büyük hediyesinin özgürlük olduğunu anladım . Özellikle özgür bir Türk Hekimi olarak yurt dışı görevine gittiğimde tedavi ettiğim bazı milletlerdeki kadınların hali beni çok üzdü . Şimdi aynı zamanda bir koç gözüyle değerlendirdiğimde Yüce Yaratıcı tarafından çeşitli yeteneklerle dünya hayatı bahşedilen kadın -erkek yetişmiş kişilerin savaş , ekonomik sebepler ya da onları beyinlerinden yakalamış ideolojiler sonucunda tüm insanlığa zararlı faaliyetler içine girmeleri ne üzücü ve düşündürücü...

Bu sabah bir Suriyeli gençle yanyana tam 9:05'te Atam'a saygı duruşundaydık . Çok şey geçti zihnimden ve kalbimden . Kendi topraklarında beden ve zihin gücü ile üretmesi gereken insanların değişen dünya dengeleri sebebiyle yaşadığı göç hikayesi . Eminim her birinin anlatacak çok şeyi var . Bazıları vatanlarını bırakan hainler derken onlara , bazıları hak veriyor ...

'' Anne bizim sınıftaki Meksikalı çocuk karalar bağladı Trump seçilince . Adam ülkesi ile Amerika arasına duvar örecekmiş .Peso yerlere çakılmış .'' Sabah bunu anlatan kızıma gülümserken herkesin olayları anlamlandırma biçimi kendine ve kültürüne özgü diye düşündüm. Hatta çocukluğuna , şartlanmalarına , inançlarına . 


Koyun can derdinde , kasapsa et . Dünyanın düzeni kalplerin ve düşüncelerin almadığı şekilde yürüyebiliyor . Ben çocukluğumun kahramanı Atam için saygı duruşundayken , belki de o genç herkesin niye durduğunun , kornaların niye çaldığının sebebini anlamaya çalışıyordu . Benim gözlerimden süzülen damlalar ise oğlumun sabah sorduğu sorunun ağırlığı ile yavaşlıyordu ;

'' Anne ölenler kalbimizde mi yaşar ? ''



21 Ekim 2016 Cuma

SİYASET :)



İlkeli ve ahlaklı siyaset belki de dünyanın en ihtiyaç duyduğu şey . Sözcük anlamını araştırırken çok şaşırdım. Arapça kökenli bu kelime at eğitimi , at talimi anlamına geliyormuş. Osmanlı' da devlet geleneği için bu sözcüğün özellikle ölüm cezası için kullanıldığı görülmüş. Yunan siyasal yaşamında ise polise veya devlete ait etkinlikler biçiminde tanımlanmış.

Tanımlar bir yana okuduğum paylaşım siyaseti mizahi yönden şöyle tanımlıyor;

'' Oğluma , benim seçtiğim kızla evleneceksin dedim . Hayır dedi. Ama ülkenin en zengin adamının kızı dedim . Peki dedi .

Ülkenin en zengin adamını aradım ve kızının oğlumla evlenmesini istiyorum dedim . Hayır dedi. Ama oğlum ülkenin en büyük bankasında CEO dedim. Peki dedi.

Ülkenin en büyük bankasının sahibini aradım. Oğlumu CEO yapmasını istedim . Hayır dedi. Ama oğlum ülkenin en zengin adamının müstakbel damadı dedim. Peki dedi . ''

İşte siyaset böyle işlermiş :))) Ahlaklı , adalet ve eşitlik değeri yüksek , yalandan riyadan uzak , parayı makamı değil insani değerleri önemseyen siyasilerin sayısının artması duasıyla... Hayırlı Cumalar...









12 Ekim 2016 Çarşamba

ZOR GÜNLER GEÇECEK İNŞALLAH !

   






      Ülkemiz zor günler geçiriyor. Hepimiz şiddeti değişen miktarlarda , olanlardan etkilendik . Daha önce de yazdığım gibi milletçe iyi işler yaptığını sandığımız kişilerin asıl yüzünü görüp şok geçirdik .

      Benim hem anne , hem baba tarafım göçmen . Mübadil de diyorlar . Tam sözlük açılımı başkasının yerine getirilmiş , mübadele edilmiş. Lozan Antlaşmasına göre, İstanbul dışında oturan Rumlarla değiştirilmek üzere Batı Trakya dışındaki Yunanistan'dan getirilen Türkler. Hem anneannemler hem de babaannemler vatanın 1 metrekaresine kurban oluruz inancıyla yaşadılar ve örnek oldular bize . Yaşadıkları zorlukları anlatırken , özvatanlarındaki her avuç toprağı gözü gibi korudular , aç kaldılar ama satmadılar .

        Bu duygularla büyümek çok başka bir şey . Hem de insanı hassaslaştırıyor. Benim gibi her İstiklal Marşı'nda gözleriniz doluyorsa vatana yapılan her hainlikte de bir o kadar etkileniyorsunuz.

       Ne kadar eğitimli olursanız olun farkına varmadan psikolojinizin sizi üretiminizi bile yavaşlatacak kadar düşürdüğünüzü gördüğünüzde önünüzde iki seçenek kalıyor . Ya düşecek , ya yükseleceksiniz...

       Gözlerimi kapatıp iyi ki büyüklerim kendi masum halkının üstüne ateşler yağdıran asker üniformalı hainleri , üstlerinden tanklarla geçen acımasızları görmediler diye içimden geçirdim...

        Bize düşen aynen onlar gibi evlatlarımıza yaşananları ve ehemmiyetini yaşlarına uygun olarak anlatmak . Burunlarını tablet ve telefonlarından kaldırmayan Justin Bieber gibi ünlüleri kendi tarihi kahramanlarından iyi tanıyan nesile mutlaka ebeveynler olarak ustalıkla yaklaşıp asıl kahramanları birer birer tanıtıp ; vatan , millet , bayrak , toprak , Atatürk sevgisi gibi değerleri onlarla kaliteli zaman dilimlerinde birlikte paylaşmak çok etkili olacaktır. 

        Bu vatanın topraklarının ne kadar değerli olduğu içten ve dıştan parçalamak isteyenlerden belli . İdarecilerimiz , öğretmenlerimiz ve biz aileler de bu zor zamanlarda üstümüze düşeni hassasiyetle yapmalı , geleceğimiz için hem çalışmalı hem dua etmeliyiz... Sağlıcakla kalın... Muharrem Ayınız da kutlu ve bereketli olsun.


28 Eylül 2016 Çarşamba

FETÖ'NÜN İSTEDİĞİNİ VERMEYELİM !



               Siyasi yorumların çokça yapıldığı şu dönemde ben bloğumdan birlik , beraberlik duygusu içinde , ufak olayları büyütmeden karşımızdakinin değerlerine saygı duyarak demokratik , insani ve uygar şekillerde iletişim kurmayı şiddetle tavsiye ediyorum .

       Burası fikirlerimi sizlerle paylaştığım mekanım. Bu mekanı vatanım ve milletimin yararına kullanmayı görev addediyorum.

       Yazı yazılacak çok konu var . Sağlık ve koçluk tecrübelerimle paylaşımlarımız hız kesmez evvelallah . Ancak milletçe öyle hassas zamanlardan geçiyoruz ki ...

       Hepimiz şok olduk . Sarsıldık . Bazılarımızın ailelerinden , bazılarımızın arkadaşlarından gözaltına alınanlar hatta tutuklananlar oldu . Çocuklar korku ve güvensizlik duyguları ile arkadaşlarına dahi fetöcü lakapları takabilir hale geldiler. Güven duygumuz yerle bir oldu . İşte sadece bu sebeple bile fetöyü asla affetmeyeceğiz. Ancak son zamanlarda yaşanan olaylar toplumsal sabır ve sakinliğimizi de kaybettiğimizi gösteriyor. Tekrar rica ediyorum . Hepimiz sakin olalım. Hemen küçücük meselelerde ayrışmayalım.

        Geçen haberlerde iki futbol takımının taraftarlarının birbirlerinin araçlarına saldırmalarına şahit oldum . Ülkemiz içeriden ve dışarıdan zaten düşmanlarla dolu bize ne oluyor daha ! Lütfen şu günlerde kendimize daha çok dikkat edelim . Ciddi sorunlarımız başladıysa profesyonel yardım almaktan çekinmeyelim. Düşmanlarımızı sevindirmeyelim.
Saygılarımla...

21 Eylül 2016 Çarşamba

EĞİTİM ŞORT :)



     Son günlerdeki şort polemiğine katılmadan olmaz. Durum nöbetten çıkan bir sağlık çalışanının özgür iradesi ile seçtiği kıyafetin hiç üzerine vazife olmayan birisi tarafından eleştirinin çok ötesinde fiziksel müdahele tepkisi ile karşılaşması .

    Hepimiz toplu taşım araçlarını kullanıyoruz . Hele de büyük şehirlerde uzun mesafelerde ekonomi ve vakit tasarrufu açısından avantajlı . Ben tramvayları seviyorum . Kulağında güzel bir müzik ya da merak ettiğin bir kitapla keyifli bir yolculuk olası . Şimdi bu yolculuğu tekmelenen hemşire hanımın gözünden düşünelim.

    Yoğun olmasa da nöbet nöbettir . Bir nöbette sağlık çalışanları ( hele de yardımcı sağlık ) sayısız soruya cevap verir , sayısız sorun çözer . Ha bir de tatlı dilli ve güler yüzlü ise sayısız hasta duası alır . Kıyafetine bakarak yargılamak , merhametli Yaratıcı yerine karar vermek değil mi biraz da... Kimin O' na daha yakın olduğunu O'ndan daha iyi kim bilebilir ?

    Şimdi yorgun argın evine giden hemşiremiz giyim tarzı nedeniyle şiddete uğruyor. Geriye dönelim ve bir üst bakıştan olayı değerlendirelim . Bu tekmeleyen kişi etrafı süzmek ve ahlak bekçiliği yapmak yerine güzel bir müzik dinleseydi , ayakta değilse kitap okusaydı ...Pişman olacağımız anlık tepkileri erteleyebilmek ve sakince düşünebilmek ne yararlı ve gerekli bir erdem !

    Mutluluk insanın içinden başlar , mutluluk ve kişisel gelişim için içe dönmek şart . Bu kişinin ciddi bir öfkesi olmalı . Çünkü bu davranışı hiç bir dini  ve ahlaki öğreti ile açıklanamaz ...

    Geçenlerde bir sosyal medya paylaşımında gördüm ve çok sevdim. Bir kadını tekmelemeye sadece bir kişinin hakkı vardır '' Karnındaki çocuk ''

     Haa bir de çok uyanık olalım . Şu anda topluma zarar verebilecek en büyük şey ayrıştırmak . Açık - kapalı , kadın - erkek ayrıştırması bu olayın içinde ciddi ciddi seziliyor . Son zamanlarda hepimizi etkileyen ve güven değerimizi sarsan gelişmeler , gizli kalmış psikolojik rahatsızlıkları da tetikleyebilir.

    Sakin olalım... Sakin düşünelim... Olayları bir kaç açıdan düşünelim . Empati yapalım ...


    Toplumsal huzurumuz için : Eğitim ŞORT ! Pardon ŞART ! 

   

20 Eylül 2016 Salı

Biraz da gündem



Umarım yaşadığımız acılar , bizi daha da birleştirir. O kadar çok düşmanımız var ki dağılmamızı isteyen... Şimdi tam olarak yapmamız gereken ortak ve en önemli değerlerimiz etrafında kilitlenmek !

"Yurtta Sulh Konseyi" denilen o cunta "bildirisi" de yönetime el koyduğunu ilan etmekle, nihayetinde sandığı seçimi "gayrimeşru" ilan etmiş oluyordu. "Göz bebeğimiz"  ordumuzun içinden çıkan Fetullahçı kesim.
Öyle bir millet ki çıplak elleriyle tankları durdurarak dosta düşmana karşı tek bayrağın, tek devletin, tek vatanın teminatı olduğunu gösterdi. Bu milletin ruhu da Yenikapı'da tecessüm etti. Yazık ki, bu ruhu parçalamak istiyorlar.
ABD Büyükelçisi Bass ile görüşmesinin ardından Kılıçdaroğlu'nun savrulması bunun göstergesiydi. Umudumuz odur ki, CHP'li seçmen vatanını savunanlarına karşı "bozguncuların" arkalanmasına izin vermeyecektir. Zira… CHP seçmeni de bu aziz milletin bir parçasıdır.
teröristler 15 Temmuz akşamı, bu cefakar milletin vergileriyle alınan savaş uçakları ve tanklarla bu millete saldırdılar. Çok şehit verdik lakin bir millet kazandık.

Salih Tuna/Yeni Şafak

************************************************************************
Bir de FETÖ'nün amaçlarına uygun hareket etmeyen hemen herkesin hedef tahtasına çevrilmesi var ki, belki bu daha vahim. Bilançoyu tam olarak bilmiyoruz ve herhalde öğrenemeyeceğiz de. Ama belli ki FETÖ'nün arzularına ram olmadıkları için başları derde sokulan ve hayatları karartılan birçok insan söz konusu.
'Başları derde sokulan ve hayatları mahvedilen insanlar' genel bir söz. Ve meselenin ciddiyetini de gerektiği gibi aktarmıyor. FETÖ mensuplarının hakim olduğu bir ilköğretim okulunda görev yapan bir öğretmenin başına gelenler, konuyu anlamak açısından ufuk açıcı bir örnek olabilir.
Başarılı olduğu için müdür muavini yapılan öğretmen M. Ş. , öğrencilerin FETÖ kurslarına yönlendirildiğini ve bu arada gerek öğretmenler ve gerekse aileler üzerinde çeşitli baskılar kurulmakta olduğunu fark eder.
Yetkilerini kullanarak yapılanlara mani olmaya çalışınca da, önce birkaç kere uyarılır. Ancak dinlemediği görülünce, ikna edilen bazı öğrenci aileleri tarafından çocuklarını taciz ettiği iddiasıyla şikayet edilir.

ÇARESİZLİK...
Sadece iddialar vardır. Herhangi bir delil ve zaten böyle bir şeyin yaşanabileceği bir vasat da yoktur.
Soruşturma sırasında olayın ciddiyeti olmadığı da ortaya çıkar. Ancak süreç daha sonra tuhaf bir hal alır ve iddia sahiplerinin tamamı, öğretmeni birilerinin teşviki ile şikayet ettiklerini söyleseler de, savunmayı dinlemeye niyeti olmayan mahkeme, öğretmene oldukça ağır bir ceza verir. Niçin ceza aldığını, ima ile hissettirerek hem de...
Adli sürecin bundan sonraki bütün aşamalarında da FETÖ/PDY girer devreye. Konu zaten netameli olduğu için de, öğretmen ve ailesinin adeta elleri kolları bağlanır ve dertlerini kimseye anlatamazlar. Attıkları her adımda çaresizlik çıkar karşılarına...
Üç kız çocuğu babası idealist bir öğretmeni, belki de ölümden daha ağır bir cezaya çarptırma konusunda ellerinden gelen her türlü alçaklığı yapanların, aslında dini bir gayretle çalıştıklarına hala inananlar olması, meselenin sadece bir tarafı.
Güya dini bir niyetle yola çıktıklarını iddia eden FETÖ mensuplarının sistemi ne hale getirdikleri ve çıkarlarına uygun davranılmadığında nelere tevessül edebildiklerinin örneklerinden birisi Öğretmen M. Ş.'inin başına gelenler...
Esas mesele, bundan sonra bu tür şeyler yaşanmaması için gerekli tedbirleri almak ve tabii hayatları bu şekilde karartılanlar konusunda da mutlaka bir şeyler yapmak. At izinin it izine karışmasını önlemek kadar bu konu da önem taşıyor çünkü...
  • Ekrem Kızıltaş / Takvim
Ne yazık ki hâlâ giydiği, giymediği için zulüm gören insanların yaşadığı bir ülke olmaktan kurtulamadık. İkna odalarında başörtüsü zorla çıkartılan üniversiteli kızlara, başörtüsü taktı diye genel kurul salonundan kovulan kadın milletvekillerine reva görülen insanlık dışı muamele, yıllar sonra bize  girişimi olarak döndü.
Çünkü inanca ve yaşam biçimlerine hürmetsizliğin yarattığı vicdani boşluğun yerini, FETÖ doldurmaya kalktı.
Bir de Abdullah Çakıroğlu adlı saldırganın gazete ve televizyon haberlerinde sadece isminin baş harfleriyle anılarak 'kişilik haklarının korunması' meselesi var. Evet, tersi ispatlanana kadar herkes suçsuzdur. Suç kesinleşene kadar her şey 'iddiadan' ibarettir. Ama keşke aynı hassasiyet, bu ülkenin genelkurmay başkanı 'terör örgütü üyesi olmakla' suçlandığı  da gösterilseydi.
FETÖ kumpasıyla suçlanmayı gururuna yediremeyip kendi kafasına sıkarak yaşamına son verenleri de keşke o zamanlar sadece isimlerinin baş harfleriyle ansaydık. Şimdi ortada 'suçu kamera görüntüleriyle sabit' bir maganda varken, biz kişiliği zarar görmesin diye üzerine titriyoruz!
Dedim ya, olay neresinden tutsanız elinizde kalıyor diye...
İşte bir başka acı gerçek daha:
Saldırganın mesleği neymiş?
Özel güvenlik görevlisi...
Yani, vatandaşın can ve mal emniyetini sağlamakla görevli kişi. Yani, en zorlu anlarda soğukkanlılığını koruması gereken ilk kişi... Görevini büyük bir bilinç, sorumluluk ve fedakarlıkla sürdüren güvenlik görevlisi arkadaşlarımı tenzih ederek söylüyorum: Bu meslekleri icra edecek personeli, özellikle ruh sağlıklarının yerinde olup olmadığına dair pek çok testten geçirdikten sonra göğüslerine o rozetleri takıp ellerine o copları vermeliyiz...

Yüksel Aytuğ/ Sabah

19 Eylül 2016 Pazartesi

19 EYLÜL GAZİLER GÜNÜ



  Yazamıyorum bir süredir ... Canım memleketim , gazi memleketim acı çekiyor . Öyle ihanet edilmiş ki devletin her kademesi ayrı sarsılıyor...

Bugün Gaziler Günü ...

Bugün içimden geldi tekrar yazmak . Gazi memleketimin bu özel gününü kutlamak istedim . Özellikle 15 Temmuz sonrası gazi olanları.

15 Temmuz 'u iman gücüyle püskürten bu aziz millet gazidir de . Çünkü gazilik ; vatana ve millete karşılıksız ve bedelsiz bir sevda ile bağlanmanın  cesaretle perçinlenmiş manevi halidir...




11 Ağustos 2016 Perşembe

EGON AŞIK OLMANI ENGELLİYORSA OKU ! ( OSHO)






Bana gelip aşktan korktuğunu söyleyen insanların sayısının çokluğu beni her zaman şaşırtmıştır. Aşk korkusu nedir? Bunun nedeni birisini gerçekten sevdiğinde egonun eriyip kaybolmaya başlamasıdır. Ego ile birlikte sevemezsin, ego bir engele dönüşür. Ve sen kendinle diğer kişi arasındaki engeli kaldırmak istediğinde ego, "Bunun sonu ölüm olacak, dikkat et!" der.

Egonun ölümü senin ölümün değildir, egonun ölümü gerçekte senin yaşam olasılığındır. Ego sadece senin etrafındaki ölü bir kabuktur, o kırılıp atılmalıdır. O varlığa doğal bir şekilde erişir; tıpkı bir seyyahın elbiselerinin, bedeninin üzerine tozları toplaması gibidir. Ve o bu tozdan kurtulmak için yıkanmak zorundadır. Biz zaman içerisinde ilerlerken tecrübelerimizin, sahip olduğumuz bilginin,
yaşamış olduğumuz hayatın, geçmişin tozunu toplarız. Bu toz egoya dönüşür. O birikir ve kırılıp atılması gereken etrafındaki bir kabuğa dönüşür. Kişi her gün, aslında her an yıkanmak zorundadır. Böylelikle bu kabuk asla bir hapishaneye dönüşmez.

Egonun nereden geldiğini, köklerini anlamak faydalı olacaktır.

Bir çocuk, özellikle insan evladı doğar ve mutlak surette çaresizdir. O başkalarının yardımı olmadan hayatta kalamaz. Hayvanların, ağaçların, kuşların yavrularının pek çoğu anne babası olmaksızın,
toplum olmaksızın, aile olmaksızın hayatta kalabilir. Arada bir yardıma ihtiyaç duyulsa da bu çok küçük bir şeydir; birkaç gün en fazla birkaç ay. Ancak insan evladı öylesine çaresizdir ki başkalarına
yıllar boyunca bağımlı kalmak zorundadır. Köklerin aranması gereken yer burasıdır.

Niçin çaresizlik insan egosunu yaratır? Çocuk çaresizdir, başkalarına bağımlıdır ama ancak çocuğun cahil zihni bu bağımlılığı sanki kendisi dünyanın merkeziymiş gibi yorumlar. Çocuk, "Ne zaman ağlarsam annem hemen koşar, ne zaman acıksam sadece bir işaret vermeliyim ve meme bana verilir. Ne zaman altım ıslansa sadece azıcık bağırmak ve birisi gelir ve elbiselerimi değiştirir" diye düşünür. Çocuk bir imparator gibi yaşar. Aslında o kesinlikle çaresizdir ve bağımlıdır ve anne baba, aile ve onun bakıcıları onun hayatta kalmasına hep birlikte yardım ediyorlar. Onlar çocuğa bağımlı değildir, çocuk onlara bağımlıdır. Ancak çocuğun zihni bunu, sanki o dünyanın merkeziymiş gibi algılar. Sanki tüm dünya onun için varmış gibi yorumlar.

Ve çocuğun dünyası elbette başlangıçta çok küçüktür. O anne, bakıcı ve kenarda duran babadan oluşur; çocuğun tüm dünyası budur. Bu insanlar çocuğu sever ve çocuk giderek daha çok ve daha çok egoist hale gelir. O kendisini varoluşun tam merkezinde hisseder ve bu şekilde ego yaratılır. Bağımlılık ve çaresizlik aracılığıyla ego yaratılır. Aslında çocuğun gerçek durumu düşündüğünün tam tersidir, böylesi bir egoyu yaratmak için gerçek bir neden yoktur. Ancak çocuk tamamıyla cahildir, o bu şeyin karmaşıklığını anlayabilecek kapasitede değildir. O çaresiz olduğunu bilemez, o diktatör olduğunu düşünür. Ve sonra tüm hayatı boyunca diktatör olarak kalmaya çalışacaktır. O bir Napolyon, bir İskender, bir Adolf Hitler haline gelecektir; senin başkanlarının, başbakanlarının, diktatörlerinin hepsi çocukturlar. Onlar çocukken tecrübe ettikleri şeyin aynısını elde etmeye çalışıyorlar; onlar tüm
varoluşun merkezi olmak istiyorlar. Onlarla birlikte dünya yaşamalı ve ölmelidir; tüm dünya onların çeperidir ve kendileri de onun merkezidir; yaşamın anlamının ta kendisi onların içinde gizlidir.
Çocuk elbette doğal olarak bu yorumun doğru olduğunu görür çünkü annesi ona baktığında annenin gözlerinde onun hayatının anlamı olduğunu görür. Baba eve geldiğinde çocuk babanın hayatının anlamının kendisi olduğunu hisseder. Bu üç ya da dört yıl sürer. Ve hayatın başlangıcındaki yıllar en önemli yıllardır; bir kimsenin hayatında asla aynı potansiyele sahip bir zaman olmayacaktır.

Psikologlar ilk dört yıldan sonra çocuğun neredeyse tamamlandığını söylüyorlar. Tüm kalıp sabitlenir; hayatın geri kalanının tümünde farklı durumlarda aynı kalıbı tekrarlayacaksın. Ve yedi yaşına doğru
çocuk, tüm tavırlarını doğrulamıştır, onun egosu yerleşmiştir. Artık o dünyanın içine girer. Ve o zaman her yerde sorunlarla karşılaşır, milyonlarca problem. Bir kez sen aile çemberinin dışına çıktığında
sorunlar ortaya çıkacaktır; çünkü hiç kimse seni annenin babanın umursadığı gibi umursamaz, hiç kimse seni babanın seni düşündüğü kadar düşünmez. Aslında her yerde sen kayıtsızlıkla karşılaşırsın ve ego incinir.

Ancak artık kalıp yerleşmiştir. Bu incitici olsun ya da olmasın çocuk kalıbı değiştiremez; o artık varlığına damga vurmuştur. O diğer çocuklarla oynayacaktır ve onlara hükmetmeye çalışacaktır. O okula gidecektir ve tahakküm etmeye, sınıfında birinci olmaya, en önemli öğrenci olmaya çalışacaktır. O üstün olduğuna inanabilir ama diğer çocukların da aynı şekilde inanca sahip olduğunu görür. Çatışma vardır, egolar vardır, kavga vardır, mücadele vardır.

O zaman bu hayatın tüm hikâyesi halini alır: Etrafında tıpkı senin gibi milyonlarca ego vardır ve herkes zenginlik, iktidar, politika, bilgi, kudret, yalanlar, ikiyüzlülükler, gösteriş aracılığıyla kontrol etmeye, tahakküm etmeye, avantajlı hale gelmeye çalışıyor. Dinde ve ahlakta bile herkes hükmetmeye, tüm dünyanın geri kalanına, "Dünyanın merkezi benim" diye göstermeye çalışıyor.

İnsanlar arasındaki sorunların kökeni budur. Bu kavram yüzünden sen her zaman için biri ya da diğeri ile mücadele ve çatışma halindesin. Başkaları senin düşmanın olduğu için değil; diğer herkes de tıpkı senin gibidir, aynı teknededir. Diğer herkes için durum aynıdır; onlar da aynı şekilde yetiştirilmişlerdir.

Batı'da, çocuklar anneleri ve babaları olmadan yetiştirilmediği sürece dünyanın asla huzur bulamayacağını iddia eden belirli bir psikanaliz okulu vardır. Onlara desteklemiyorum çünkü o zaman çocuklar herhangi bir şekilde asla yetişmeyecektir. Bu psikologların iddialarında doğru olan bir şey vardır ama bu çok tehlikeli bir fikirdir. Çünkü çocuklar bakım evlerinde anne ve babalar olmaksızın, hiç sevgi olmaksızın, mutlak bir kayıtsızlıkla yetiştirilirlerse onların ego ile ilgili problemleri olmayabilir ama onların belki de daha çok zarar verecek, daha tehlikeli olan problemleri olacaktır.

Eğer çocuk tam bir kayıtsızlıkla yetişirse onun bir merkezi olmayacaktır. O kim olduğunu bilmeyen bir karmaşa, şekilsiz bir karmaşa olacaktır. Onun herhangi bir kimliği olmayacaktır. Korkak, ürkek… o korku olmaksızın tek bir adım bile atamayacaktır çünkü onu hiç kimse sevmemiştir. Elbette ego olmayacaktır ama o olmadan onun hiçbir merkezi olmayacaktır. O bir buda haline gelmeyecektir, o sadece sakatlanmış ve donuklaşmış olacak, her zaman korku hissedecektir. Sevgi seni korkusuz hissettirebilmek, kabullenildiğini, faydasız olmadığını, çöplüğe bırakılamayacağını hissettirmek için gereklidir. Eğer çocuklar sevginin eksik olduğu bir durumda yetiştirilirse onların egoları olmayacaktır bu doğru. Onların yaşamında çok fazla mücadele ve kavga olmayacaktır. Ancak onlar kendileri için kendi haklarını savunamayacaklardır. Onlar her zaman uçuş halinde olacak, herkesten kaçacak, kendi varlıklarının içinde gizleneceklerdir. Onlar budalar haline gelmeyecektir, onlar yaşam enerjisi ile ışıldamayacaklardır, onlar merkezlenmiş, huzurlu, yuvalarında olmayacaklardır. Onlar basitçe egzantrik, merkezin dışında olacaktır. Bu da iyi bir durum olmayacaktır.

Dolayısıyla bu psikologları desteklemiyorum. Onların yaklaşımı insanlar değil, robotlar yaratacaktır. Ve elbette robotların problemleri olmayacaktır. Ya da onlar daha çok hayvanlara benzeyen insanlar yaratabilir. Daha az kaygı, daha az ülser, daha az kanser olacaktır. Ancak bu bilinçte daha yüksek zirvelere doğru gelişememen anlamına geldiği zaman elde etmeye değmez. Tersine sen aşağı doğru
düşeceksin, o bir gerileme olacaktır. Elbette sen bir hayvana dönüşürsen daha az ıstırap olacaktır çünkü daha az bilinç olacaktır. Ve şayet sen bir taş, bir kaya haline gelirsen hiçbir kaygı olmayacaktır çünkü içerde kaygı hissedecek, ıstırap duyacak bir kimse olmayacaktır. Ancak bunu elde etmeye değmez. Kişi bir taş gibi değil adeta bir tanrı gibi olmalıdır. Ve ben bunu derken mutlak bilince sahip
olmayı ve yine de hiçbir kaygı, hiçbir endişe, hiçbir problem olmamasını; hayattan kuşlar gibi keyif almayı, hayatı kuşlar gibi kutlamayı, kuşlar gibi şarkı söylemeyi ifade ediyorum: Gerileme ile değil, bilincin en ideal şekilde gelişmesi aracılığıyla.

Çocuk bir ego edinir; bu doğaldır, bununla ilgili hiçbir şey yapılamaz. Kişi bunu kabul etmek zorundadır. Ancak sonrasında, onu taşımaya devam etmenin bir gereği yoktur. Ego başlangıçta çocuğun kabul edildiğini, sevildiğini, buyur edildiğini —davet edilmiş bir misafir olduğunu, bir kaza olmadığını— hissetmesi için gereklidir.

Baba, anne, aile ve çocuğun etrafındaki sıcaklık onun güçlenmesine, köklenmesine, topraklanmasına yardım eder. Buna ihtiyaç vardır, ego ona korunma sağlar; o iyidir, o tıpkı bir tohumun kabuğu gibidir.
Ancak kabuk nihai şey haline gelmemelidir aksi takdirde tohum ölecektir. Korunma çok uzun sürebilir, o zaman o bir hapishaneye dönüşür. Korunma, korunmaya ihtiyaç duyulduğu sürece kalmalıdır ve
tohumun sert kabuğunun toprağın içinde ölme zamanı geldiğinde o doğal bir şekilde ölmelidir. Böylece tohum çiçeklenir ve yaşam doğabilir. Ego sadece koruyucu bir kabuktur; çocuk ona ihtiyaç duyar çünkü o çaresizdir. Çocuk ona ihtiyaç duyar o zayıftır. Çocuk ona ihtiyaç duyar çünkü o korunmasızdır ve etrafında milyonlarca etki vardır. Onun bir korunmaya, bir yuvaya, bir temele ihtiyacı vardır. Tüm dünya kayıtsız olabilir ama o her zaman için yuvasına doğru bakabilir ve oradan önem kazanabilir.

Ancak önemlilikle birlikte ego gelir. Çocuk egoist hale dönüşür ve bu ego ile birlikte yüzleştiğin tüm problemler ortaya çıkar. Bu ego senin âşık olmanı engelleyecektir. Bu ego herkesin sana boyun eğmesini ister; o senin hiç kimseye teslim olmana izin vermeyecektir. Ve aşk sadece sen teslim olduğunda gerçekleşir. Başka birisini teslim olmaya zorladığında bu mahvedici, nefret uyandırıcı bir şeydir. O aşk değildir. Ve şayet aşk yoksa yaşamında sıcaklık olmayacak, onun içinde hiç şiir olmayacaktır. O düzyazı olabilir, matematik, mantık, rasyonellik olabilir. Ancak kişi şiir olmadan nasıl yaşayabilir. Düzyazı iyidir, rasyonalite iyidir, kullanışlıdır, gereklidir. Fakat yalnızca mantık ve sebep-sonuç şeklinde yaşamak asla bir kutlama olamaz, asla bir bayram olamaz. Ve yaşam bir bayram olmadığında sıkıcıdır. Şiire ihtiyaç vardır. Ancak şiir için senin teslim olmana ihtiyaç vardır. Bu egoyu fırlatmana ihtiyaç vardır. Eğer bunu yapabilirsen, eğer onu bir anlığına dahi bir kenara koyabilirsen
yaşamın güzel olanı, ilahi olanı tatmış olacaktır.

Şiir olmadan sen gerçekten yaşayamazsın, sen sadece var olursun. Aşk şiirdir. Ve aşk mümkün değilse sen nasıl dua ile dolup taşacak, meditasyon halinde, farkında olacaksın? Bu neredeyse imkânsız hale gelir. Ve dingin bir farkındalık olmadığında sen yalnızca bir beden olarak kalacaksın; sen asla en derindeki ruhun farkına varamayacaksın. Yalnızca dua ile dolup taşma halinde, derin bir meditasyon halinde ve sessizlikte sen zirvelere ulaşırsın. Bu ibadet halindeki sessizlik, bu meditasyon halindeki farkındalık tecrübelerin en yüksek zirvesidir ancak kapıyı aşk açar. Yaşam boyu süren, binlerce insan —hasta, psikolojik olarak sakatlanmış, ruhsal olarak karmaşa içinde—üzerindeki incelemelerinden sonra Carl Gustav Jung, gerçek problemi manevi olmayan, kırk yaşını aşmış tek bir psikolojik hastaya rastlamadığını söylemiştir.

Yaşamda bir ritim vardır. Ve kırklarına geldiğinde yeni bir boyut, manevi bir boyut ortaya çıkar. Eğer bunu doğru bir şekilde ele alamazsan, eğer ne yapacağını bilmiyorsan hasta olacaksın, huzursuz
olacaksın. İnsanlığın tüm gelişimi bir süreklilik arz eder. Şayet bir adımı kaçırırsan o süreklilik ortadan kalkar. Çocuk egoyu edinir. Ve şayet o hiçbir zaman egoyu kenara bırakmayı öğrenmezse sevemez, hiç kimse ile rahat hissedemez. Ego sürekli olarak savaş içerisinde olacaktır. Sen sessizce oturuyor olabilirsin ama ego sürekli çatışma halindedir. Sadece tahakküm etmenin, diktatör gibi olmanın, dünyanın hâkimi olmanın yollarını araştırıyordur.

Bu her yerde sorunlar yaratır. Arkadaşlıkta, sekste, aşkta, toplumda; sen her yerde çatışma halindesindir. Hatta sana bu egoyu veren ebeveynlerle bile kavga vardır. Bir oğlun babasını affettiği çok nadirdir, bir kadının annesini affettiği çok nadirdir. Bu çok ender gerçekleşir. George Gurdjieff'in insanlarla toplandığı odada duvara asılı bir cümle vardı. Bu cümle şöyleydi: "Şayet sen annen ve babanla henüz rahat hissetmiyorsan o zaman çek git. Sana yardım edemem." Niçin? Çünkü sorun orada ortaya çıkmıştır ve orada çözümlenmelidir. Bu yüzden tüm gelenekler anne babanı sevmeni, anne babana mümkün olduğunca derin bir şekilde saygı duymanı söyler. Çünkü ego orada ortaya çıkar, toprağı odur. Onu orada çöz aksi takdirde o hiçbir yerde peşini bırakmayacaktır.

Psikanalizciler de yaptıkları tek şeyin, seni anne babanla aranda var olan problemlere geri götürüp onu bir şekilde onlarla çözmeye sevk etmek olduğu sonucuna varmışlardır. Şayet anne babanla çatışmanı çözebilirsen pek çok çatışma basitçe ortadan kalkacaktır. Çünkü onlar aynı temeldeki çatışmalara dayanmaktadır.

Örneğin babası ile rahat hissetmeyen bir erkek ofiste patronuyla da rahat hissedemez; asla, çünkü patron bir baba figürüdür. Anne babanla olan küçük çatışma senin tüm ilişkilerine yansımaya devam eder. Eğer annenle rahat değilsen karınla rahat olamazsın çünkü o kadını temsil edecektir; kadınlığın kendisi ile rahat hissedemezsin. Çünkü senin annen ilk kadındır, o ilk kadın modelidir. Nerede bir kadın varsa annen oradadır ve bu zor fark edilen ilişki devam eder.

Ego anne ve baba ile olan ilişkide doğar ve orada ele alınmalıdır. Aksi takdirde sen ağacın dallarını ve yapraklarını kesmeye devam edeceksin ve kök dokunulmadan kalacaktır. Eğer sen anne ve babanla
ilişkini dengelemişsen olgunlaşmışsındır. Artık ego yoktur. Artık sen o zamanlar çaresiz olduğunu anlarsın, artık sen o zamanlar başkalarına bağımlı olduğunu, dünyanın merkezi olmadığını anlarsın. Aslında sen bütünüyle bağımlıydın; başka bir şekilde hayatta kalamazdın. Bunu anlayarak ego yavaş yavaş söner ve sen bir kez yaşamla çatışma halinde olmadığında rahat ve doğal ve gevşek hale gelirsin. O zaman yüzersin. O zaman dünya düşmanlarla dolu değildir, o bir ailedir, organik bir
bütündür. Dünya sana karşı değildir, sen onunla birlikte akabilirsin. Egonun saçmalık olduğunu bularak, egonun var olmak için bir temeli olmadığını bularak, egonun cehalet içerisindeki bir yanlış anlama olduğunu, çocukça bir hayal olduğunu bularak kişi basitçe egosuz hale gelir.

Bana gelip, "Nasıl âşık olmalı, bir yolu var mı?" diye soran insanlar var. Nasıl âşık olmalı? Onlar bir yol, bir yöntem, belirli bir teknik isterler.

Onlar ne istediklerini anlamıyorlar. Âşık olmak demek artık bir yol, bir teknik, bir yöntem yok demektir. Bu yüzden ona "aşka düşmek" denir; sen artık kontrol eden değilsin, sen basitçe içine düşensin. Bu yüzden kafa merkezli insanlar aşkın gözünün kör olduğunu söyleyecektir. Aşk yegâne gözdür, yegâne görüştür ama onlar aşkın kör olduğunu söyleyecektir ve eğer sen âşıksan senin çıldırmış olduğunu düşüneceklerdir. Kafa merkezli insana bu delice gelir çünkü zihin büyük bir hükümrandır. Kontrolün yitirildiği herhangi bir durum zihin için tehlikeli görülür.

Fakat insan kalbinin bir dünyası vardır, insan varlığının ve bilincinin hiçbir tekniğin mümkün olmadığı bir dünyası vardır. Tüm teknikler madde ile mümkündür; bilinç ile hiçbir teknoloji mümkün değildir ve aslında hiçbir kontrol mümkün değildir. Bir şeyin olmasını sağlamak yahut kontrol etmeye çabalamanın ta kendisi egoistliktir. 


Alıntıdır - OSHO 

8 Ağustos 2016 Pazartesi

UZAYDAN GÖRÜLEN TEK MİLLETİZ



               Fetö 14- Ağustos ile ilgili tehditler savurup dursun , gönlü vatan sevgisi ile dolu analar , kardeşler , yiğitler karşı duaya başladı bile . Şimdi zaman düşüncelerimizi ve dualarımızı birleştirme vaktidir . Yenikapı Mitinginde milyonlar farklı siyasi görüşe rağmen herşeyin üstündeki ortak değerlerde nasıl birleşilebileceğini gösterdi .

          Akşam sosyal medyada gördüğüm bir fotoğraf karesi çok şey anlatıyordu . Altında iç savaş çıkartmak isterken yanlışlıkla iç barış çıkardılar yazan fotoğrafta bir yanda alnında Türkiye yazan müslüman görünümlü sakallı gençler , diğer yanda yüzünde izlediği görüntüye dikkatini vermiş ciddi ifadesiyle birasını içen vatandaş var. Beraber bir masa etrafında . Bu birleşilen ortak değerlerde gösterilen hoşgörünün en önemli örneklerinden birisidir.

          Eğer bu siyasi ve toplumsal birliğimizi bozmazsak evelallah bize kimse bir şey yapamaz . Sadece İstanbul'da hemen hemen kendi nüfusları kadar ve çok daha fazla aynı sevgi bayrak ve vatan etrafında birleşmiş Yüce TÜRK MİLLETİ'ni ve diğer 80 ilde aynı amaçla toplanmış halkımızı gören Avrupa mesajı aldı . Bizi sadece birbirimize düşürerek yıkabilirler.






FETÖ İNSANİ DEĞERLERİ NASIL KULLANDI ? -1



Siyasetin lanetinden Allah' a sığınırım diyen bir İslam düşünürünün sözü ilk duyduğumuzda etkileyici gelebilir. Ancak sırf siyaset ve politikadan uzak kalayım diye zarar görebileceği noktalarda insani olarak donanım kazanmamak bu devirde nelere mal olabilir bunu hep birlikte gördük . En azından kandırılmamak yaşamsal kaynaklar kadar lüzumlu . Bu yazı dizisini okuyan bir kişi bile bundan sonra da benzer taktiklerle yaklaşabilecek zararlı oluşumlardan korunabilirse yazım ve emeğim amacına ulaşmıştır!





Ülkemizde son yaşananlar üzerine bir yazı yazıp yazmamak konusunda epey düşündüm . Kararımla bu yazı çıktı . Eminim ki herkesin kendi çapında ekleyeceği maddeler olacaktır . Toplumcak en büyük kandırılmalardan birine şahit olduk . Hepimizin uzaktan , yakından tanıdıkları bir şekilde bu lanet örgütle yolu bir yerlerde keşismiş , kandırmış ya da kandırılmış.Geleceğimiz düşünüldüğünde vicdanlı ve vatansever siyasetçilerin , devlet adamlarının sayısının artması duasıyla yazı dizime başlıyorum . Yazdıklarım insanın en masum ve saf değerlerinin yanlış eller ve ortamlarda sömürülme niyetiyle onurlandığında nasıl felaketlere dönüşebileceğinin hikayesi . Aslında şu an gördüğümüz korkunç gerçeğe!

En doğrusunu Allah ( c.c) bilir . Şimdi uyanmak ve bir daha böyle bir oyuna gelmemek için aklımızı gönlümüzün yanına koyup düşünme zamanı . Profesyonel koçluk becerilerimi kullanarak bu hain örgütün  sinsice planlarını nasıl uyguladığına başlayalım derim bugün . Bu bilgiler o kadar topluma mal oldu ki gizliliği kalmadı . Yine de kaynak ne diye sorarsanız anlatılanlar ve cemaate mensup kişilerin tarafımdan analizi diyebiliriz . Hepimiz günlerdir örgütün ilk günlerinden beri içinde olanların çarpıcı konuşmalarına şahit oluyoruz:

Örgüt kuralları , uygulamaları ve sonuçları ;



Örgütün en sıkı stratejilerinden biri gizlilik . En alt kesim denen ibadet sınıfı insan kazandırmak , yeni kişileri toplantılara , çaylara çağırmak için bir üst basamaktakilerce kullanılır. Dini değerleri önemseyen , önemser görünen ya da bu değerleri kullanarak güçlünün yanında görünüp basbayağı dünyalık biriktirme amacı olanlar oltaya ilk yakalananlar . Yani hedef para verebilecek herkes. Örgüte yeni insan ( para kaynağı ! ) kazandıran eski mensuplar çok önemli bir dini başarı kazanmışcasına övgü alır . Kazanılan bu kişinin sohbetlere dahil olduktan sonraki bütün uhrevi kazancı misliyle örgüte kazandırana verilir denir. Özellikle ilk kez sohbete çağırılan yoğun dini bilgiye maruz bırakılmaz , hafifçe geçişi sağlanır . Mutlaka güzel bir ikram vardır. Çay ve kurabiye gibi basit şeyler değil , gelenin nefsini uyarıcı maklube gibi görseli yüksek ikramlar seçilir. Zaten bunların eti de toplanan kurbanlardan saklananlardır . Böylece bakın sizin verdiğiniz kurbanlar yeni insanların dinle şereflenmelerine yarıyor denir. Oysa amaç örgüte yeni maddi açılımlar sağlamaktır.

 Sohbetlere çağrılanlar için hiç bir negatif yorum yapılmaması , kıyafeti ve yaşamı ne olursa olsun tam kabul çağırılan kişinin aidiyet hissini arttırdığından etkili . Yargılanmadığını ve olduğu gibi kabul edildiğini gören kişi salgıladığı mutluluk hormonları ile bulunduğu ortamı dünyadaki yalancı cennet yerine koyabilir . Hele de yalnızsa ve toplumsal desteği zayıfsa...



Devam edecek ...


..

29 Haziran 2016 Çarşamba

TERÖR YİNE CANIMIZI YAKTI !




        Terör şiddetle iç içe olan insanoğlunun cehennemidir . Hayatım boyunca yaşatmaya çalıştım. Pırıl pırıl yaşamların böyle son bulmasından dolayı içim yanıyor. Katledilen her bir canı cennetinde yaşattığına inancımın tam olduğu Yaradanımdan acılı aileleri için sabr-ı cemil diliyorum . İnsanın insana bu kadar kötülük yapabilmesini ne aklım , ne vicdanım kabul edebiliyor. Terörü , şiddeti , insanoğlunun öfke damarını dünyasal çıkarı için kullanan her türlü ideolojiyi ŞİDDETLE ! kınıyorum... 


               Ortaya çıkan ve giderek kuralsızlığa dönüşen bireysel ve toplumsal kargaşa durumu, saldırgan davranışların ve şiddet eylemlerinin kaynağıdır. Saldırgan davranışın eyleme dönüşmesi sürecinde bir yöntem ve araç olarak karşımıza çıkan şiddetin, farklı toplumsal ve ekonomik nedenleri olabilir.

                Toplumun hemen hemen bütün kesimlerinde var olan şiddetin , farklı neden ve sonuç gösterse de, daha sonra tekrar değişim göstererek yeni ortamlarda buralara uygun maskelerle sahneye çıktığını görmekteyiz. Önemli gördüğüm bir konu ise ; şiddet olaylarında ortaya çıkan sonucu sebep zannetmemizdir. 

             Bu nedenle, şiddetin ortaya çıktığı beslendiği sosyal ve psikolojik zeminin çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Çocuklarımızı tasvip etmediğimiz ideolojilerin kapıp hem bizim hem başkalarının çocuklarının canının yanmaması için onlarla iletişim kurma , onları destekleme ve yetiştirme tarzımız çok önem kazanmaktadır. 

             Ailesinden sevgi , onay ve kabullenme görmeyen çocuk ve genç ideolojilerini gerçekleştirmek isteyen kötü niyetli odaklar tarafından kullanılabilmektedir.

              İnsanoğlunda var olan sahiplenme isteği ve muktedir olma duygusu, rekabeti arttırmakta ve şiddete sebebiyet vermektedir.  

             Kaba kuvvet ve aşırı güç anlamına gelen şiddetin, her durumda zarar verici ve huzur bozucu sonuçlar doğuracağı kesindir.Hiç kuşkusuz ki, her özgürlüğün bir sınırı vardır. Her yaşta sağlıklı psikoloji için profesyonel destek günümüzün en önemli ihtiyaçlarındandır.

         Bireysel şiddetin kitleleşmiş hali  terör, amacını gerçekleştirmek için ulusal ve uluslararası medyayı kullanmak için tüm yönleriyle şiddet ister. En önemli beslenme damarı şiddettir ! Aslında terör bir propaganda yöntemidir; demokratik yöntemle amacına ulaşamayanların kendi güçlerini kanıtlamak için kullandıkları bir REKLAM BİÇİMİDİR! Bir kez yapılan eylem, defalarca ekranda gösterilir ve böylece binlerce eylem yapılmış gibi olur. 

              Terörizmin amacı, hedef unsuru zayıflatmak, çürütmek ve moralini bozmaktır. Buna karşın kendisine inananların moralini yükseltmek, amaca yaklaştıkları intibağını vermek, toplumdaki desteğini artırmaktır. Bunu yapmak için teröristler, en medyatik eylem biçimini seçerler. Kanlı eylemin zamanı, mekânı, usulü ve şekli açısından en medyatik eylem biçimi hangisi ise teröristler, onu yapmak isterler. 

                  Bu kanlı eylemin duyulması, medyada yer alması, teröristlerin yaptığı eylemin kendisinden çok daha önemlidir. Şayet yapılan kanlı eylem medyada yer almamışsa, terörist açısından bu eylem boşuna yapılmış sayılır.

                  Terörist grup kanlı eylemi yaptıktan sonra ekran karşısına geçer ve o eylem medyada ne kadar yer almışsa, hedefine o kadar yaklaştığını düşünür.  Türkiye’de Medya önündeki terörün amacı Türkiye’yi zayıflatmak, çürütmek ve moralini bozmak, en zayıf anında planlarını uygulamaya geçirmektir. Bizim canımızı dağlayan kayıpları onlar daha büyük çıkarlar için kullanmaktan asla çekinmezler. Amaca ulaşmak için her yol mübahtır !

             '' MAİDE -32.AYET : İşte bu yüzdendir ki İsrailoğullarına ( Tevrat'ta ) şöyle bildirmiştik: Kim bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkartmaya karşılık olmaksızın , haksız yere bir cana kıyarsa , bütün insanları öldürmüş gibi olur . Her kim bir can kurtarırsa , bütün insanları kurtarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık delil getirdiler ; ama bundan sonra onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırıya gitmektedirler.

         
 
              
 
       GÜZEL DİNİMİ KENDİ PİS İDEOLOJİLERİ İÇİN KULLANANLARI  VE  TERÖRÜN HER TÜRLÜSÜNÜ LANETLİYORUM   !!!