29 Haziran 2016 Çarşamba

TERÖR YİNE CANIMIZI YAKTI !




        Terör şiddetle iç içe olan insanoğlunun cehennemidir . Hayatım boyunca yaşatmaya çalıştım. Pırıl pırıl yaşamların böyle son bulmasından dolayı içim yanıyor. Katledilen her bir canı cennetinde yaşattığına inancımın tam olduğu Yaradanımdan acılı aileleri için sabr-ı cemil diliyorum . İnsanın insana bu kadar kötülük yapabilmesini ne aklım , ne vicdanım kabul edebiliyor. Terörü , şiddeti , insanoğlunun öfke damarını dünyasal çıkarı için kullanan her türlü ideolojiyi ŞİDDETLE ! kınıyorum... 


               Ortaya çıkan ve giderek kuralsızlığa dönüşen bireysel ve toplumsal kargaşa durumu, saldırgan davranışların ve şiddet eylemlerinin kaynağıdır. Saldırgan davranışın eyleme dönüşmesi sürecinde bir yöntem ve araç olarak karşımıza çıkan şiddetin, farklı toplumsal ve ekonomik nedenleri olabilir.

                Toplumun hemen hemen bütün kesimlerinde var olan şiddetin , farklı neden ve sonuç gösterse de, daha sonra tekrar değişim göstererek yeni ortamlarda buralara uygun maskelerle sahneye çıktığını görmekteyiz. Önemli gördüğüm bir konu ise ; şiddet olaylarında ortaya çıkan sonucu sebep zannetmemizdir. 

             Bu nedenle, şiddetin ortaya çıktığı beslendiği sosyal ve psikolojik zeminin çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Çocuklarımızı tasvip etmediğimiz ideolojilerin kapıp hem bizim hem başkalarının çocuklarının canının yanmaması için onlarla iletişim kurma , onları destekleme ve yetiştirme tarzımız çok önem kazanmaktadır. 

             Ailesinden sevgi , onay ve kabullenme görmeyen çocuk ve genç ideolojilerini gerçekleştirmek isteyen kötü niyetli odaklar tarafından kullanılabilmektedir.

              İnsanoğlunda var olan sahiplenme isteği ve muktedir olma duygusu, rekabeti arttırmakta ve şiddete sebebiyet vermektedir.  

             Kaba kuvvet ve aşırı güç anlamına gelen şiddetin, her durumda zarar verici ve huzur bozucu sonuçlar doğuracağı kesindir.Hiç kuşkusuz ki, her özgürlüğün bir sınırı vardır. Her yaşta sağlıklı psikoloji için profesyonel destek günümüzün en önemli ihtiyaçlarındandır.

         Bireysel şiddetin kitleleşmiş hali  terör, amacını gerçekleştirmek için ulusal ve uluslararası medyayı kullanmak için tüm yönleriyle şiddet ister. En önemli beslenme damarı şiddettir ! Aslında terör bir propaganda yöntemidir; demokratik yöntemle amacına ulaşamayanların kendi güçlerini kanıtlamak için kullandıkları bir REKLAM BİÇİMİDİR! Bir kez yapılan eylem, defalarca ekranda gösterilir ve böylece binlerce eylem yapılmış gibi olur. 

              Terörizmin amacı, hedef unsuru zayıflatmak, çürütmek ve moralini bozmaktır. Buna karşın kendisine inananların moralini yükseltmek, amaca yaklaştıkları intibağını vermek, toplumdaki desteğini artırmaktır. Bunu yapmak için teröristler, en medyatik eylem biçimini seçerler. Kanlı eylemin zamanı, mekânı, usulü ve şekli açısından en medyatik eylem biçimi hangisi ise teröristler, onu yapmak isterler. 

                  Bu kanlı eylemin duyulması, medyada yer alması, teröristlerin yaptığı eylemin kendisinden çok daha önemlidir. Şayet yapılan kanlı eylem medyada yer almamışsa, terörist açısından bu eylem boşuna yapılmış sayılır.

                  Terörist grup kanlı eylemi yaptıktan sonra ekran karşısına geçer ve o eylem medyada ne kadar yer almışsa, hedefine o kadar yaklaştığını düşünür.  Türkiye’de Medya önündeki terörün amacı Türkiye’yi zayıflatmak, çürütmek ve moralini bozmak, en zayıf anında planlarını uygulamaya geçirmektir. Bizim canımızı dağlayan kayıpları onlar daha büyük çıkarlar için kullanmaktan asla çekinmezler. Amaca ulaşmak için her yol mübahtır !

             '' MAİDE -32.AYET : İşte bu yüzdendir ki İsrailoğullarına ( Tevrat'ta ) şöyle bildirmiştik: Kim bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkartmaya karşılık olmaksızın , haksız yere bir cana kıyarsa , bütün insanları öldürmüş gibi olur . Her kim bir can kurtarırsa , bütün insanları kurtarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık delil getirdiler ; ama bundan sonra onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırıya gitmektedirler.

         
 
              
 
       GÜZEL DİNİMİ KENDİ PİS İDEOLOJİLERİ İÇİN KULLANANLARI  VE  TERÖRÜN HER TÜRLÜSÜNÜ LANETLİYORUM   !!!       

   

28 Haziran 2016 Salı

DİNLE - 2



                   '' BİŞNEV ! İşit , dinle ! Bu ney neler anlatıyor ; 

                         Dinle ! Ayrılıklardan nasıl şikayet ediyor ''


                 Mevlana Celaleddin Rumi , Mesnevi 'sine  '' işit ! '' sözüyle başlar . Bu başlayış , İslam medeniyeti çağlarındaki dini edebiyat geleneğine uymaz gibi görünür. Mesnevi' de böyle bir başlangıç bulunmayışı dinlemenin önemine dikkat çekmek istediğinden diye yorumlanır . B harfi ile başlayan '' BİŞNEV!'' boşuna bu muhteşem eserin ilk kelimesi olmamıştır. Dikkat edilirse buradaki dinleme dinlediğini idrak et , anla , sindir , içselleştir , anlamlandır anlamındadır . Sıradan bir duy ve unut demek değildir.

                  Tasavvuf bilginleri Kur'an 'dan süzülen böyle bir eserde Allah'ın (c.c) işitmeyi görmekten faziletli göstermiş olduğunu söylerler. 


                  Yaratıcının bu kadar önemsediği dinleme aksiyonu , günlük hayatta kişinin dinleyebildiği kadar odaklanabildiğini gösterir. Dinleyebilen kafasının içini gerektiğinde boşaltabilen , düşüncelerini durduran , bir açıdan zihnini yönetebilen kişidir. Dinlemek böyle bakılırsa bir erdemdir. Bir açıdan da dinlenilen kişiye saygı gösterme ve değer verme alt notalarını içerir.  

                  İyi dinleyebilen kişilerin  yüksek farkındalığa  sahip olduğu görülür . Bakalım güçlü dinlemeye kadar hangi seviyeler var .



SAHTE DİNLEME :  Dinliyormuş gibi görünmek olarak kısaltılabilir. Hani okul yıllarında derslerde tahtaya bakar , başka başka hayaller kurardık . Dinleyenin zihni o andan ve mekandan tümüyle uzaklaşmıştır. 

BAŞLANGIÇ DİNLEME : Dinleyen konuşmanın başını dinler , sonunu tahmin eder ve '' Ben durumu anladım '' diyerek sonuca atlar. Çocuğunuz gelse ve '' Anne ödevimi okulda unuttum ! '' dese ya kızarsınız ya da olsun yarın halledersin gibi bir zihinsel yargıya varırsınız. Oysa bu cümle şöyle bitebilir .'' Ama arkadaşımı aradım okula yakın oturduğundan aldı . Birazdan eve bırakacak . ''

İşte hayattaki çatışmaların ilk yumaklaşmaya başladığı nokta burasıdır. Yapmamız gereken bu noktada yargısız ve sabırlı olabilmeye çalışmaktır! 

SEÇİCİ DİNLEME : Algıda seçicilik yaparak ilgimizi çeken bazı kelimeleri duyduğumuzda dinleme seviyemizin yükselmesi , tersi olduğunda da düşmesidir. Örneğin bir doktor hastalıkla ilgili bir kelime geçtiğinde ister istemez odaklanır.

AKTİF - YARGISIZ DİNLEME : Dinleyenin zihninin tamamen dinlediği kişide , o anda olduğu , yargısız ve yorum yapma ihtiyacı duymadan dinlediği haldir. Bu şekilde çocuğunuzu , eşinizi , arkadaşınızı , patronunuzu dinlediğinizde eminim daha önce duymadığınız şeyler duyacaksınız . Dinleme becerinizi arttırdıkça karşınızdaki insana sevgi ve şefkatinizin arttığını hissedeceksiniz . Herkesin hikayesindeki güzelliği sabırla dinleyebilmek gerçekten önemli bir meziyettir.

Bir insana verebileceğiniz en güzel insani hediyelerden biridir yargısız dinleyebilmek... 

Yargısız dinleyebildiğinizde bağ kurmaya başladığınızı göreceksiniz . Bağ kurmaya başladığınızda da esnekliğinizin arttığını ...

Ve unutmayın bu dünyayı en kolay değiştirebilecek olanlar esnek insanlardır...



                                    ***                      ***                    ***


Kaynaklar : * Şerhli Mesnevi-i Şerif / Ken'an Rifai 

                       * Koçluk Okulu - Timur Tiryaki 


27 Haziran 2016 Pazartesi

MENNAN USTA ' NIN ARDINDAN




               Az sonra size tanıtacağım kişi benim 19 Haziran 2015 tarihli facebook paylaşımına rastlayana kadar adını hiç duymadığım bir şahsiyetti . Her zaman savunduğum bir şey vardır. Hayatını okuyunca çok saygı duydum. Allah (c.c) sayılarını arttırsın... Gerçekten safiyane duygularla başkalarının refahı ve iyiliği için bir şeyler yaparsan , bu koskoca sistemde asla zayi olmaz. Ben de bu muhteşem adamı alıntı yaptığım yazıyla size tanıtıyorum . Bu mübarek günlerde ruhuna bir fatiha göndermekle teşekkür edebilir isteyen de...


DİPLOMASIZ DAHİ MENNAN AKSOY

Gaziantep'e bir Fransız gelir.
Tekstilcilere akıl verir.
'' Makineleriniz yetersiz...Yenileyin , dünya pazarı sizin olsun''
En iyi makinelerin Fransa'da olduğunu söylerler...
Kendi mallarını pazarlarlar.

***

Dinleyenler arasında bir usta vardır.
Kendine özgü lehçesiyle...
'' Bu adam ne diy ? '' der.
Kafaya takar , makinenin resmine bakar.
Demiri eritir , çeliği büker , vidasını , motorunu koyar.
Fransızların 3 milyon Euro'ya satacağı makineyi 50 bin liraya üretir.

***

Yerli piyasaya sunduğu yetmez.
Brezilya'ya kadar çeşitli ülkelere yaptığı makineleri gönderir.
İşte bu usta Mennan Aksoy'dur!
Diplomasız DAHİ!

***
Yoksulluktan okuyamamıştır.
İlkokulu 9 yılda bitirmiş , bir daha eğitim görmemiştir.
Allah vergisi öyle bir beceriye sahiptir ki...
Makineyi bir görsün , ertesi gün atölyesinde yapımı başlamıştır.

***

Bu nedenle...
Uluslararası makine ve teçhizat fuarlarına girişi yasaklanmıştır.
Mühendislerin aylarca çalışarak tasarladığı makineleri , tek başına el emeği ve yerli malzeme ile yapmaktadır. Tümü yerli malzemeyle...
İster ki !
Yerli sermaye gelişsin. Boşa döviz ödeyerek kazıklanmayalım!

***

Mennan Usta ,'' Çeliğe hükmetmeyen , hiç bir şeye sahip çıkamaz '' derdi. Öyle bir teknoloji üretti ki...
YOĞUNLUĞU DÜŞÜK TRİKO ÜRETTİ.
Yazın serin, kışın sıcak tutan bir ürün.
Dünya peşinde koştu. Kapıştı.

***

TÜBİTAK ödüller verdi. ODTÜ , İTÜ gibi üniversiteler hoca olarak almak istedi. Diploması yoktu!
Tasarımını cebinde taşıdığı tebeşirle , yere çizerek anlatırdı.
Aklına yetişmek mümkün değildi.

***

Gaziantep'te kanalizasyon atıkları büyük dertti.
Çamuru , kokusu şehri bezdirmişti.
Belediye yönetimi , dünyayı dolaşır , çareler arar.
Mennan Usta , '' Memleketteki ustalar öldü mü ? '' diye çıkışır.
Okumuş gençleri de alır yanına...
''Şöyle yapın, bu parçayı şuraya takın '' talimatlarıyla kafasına göre sistemi kurar.
Kanalizasyon çamuru alınır...
Kurutulurken enerji üretilir.
Çıkan küller de asfalta , çimentoya katkı malzemesi konulur.
Bugün...
Antep'te her gün çıkan 160 ton çamurun bertaraf edilmesi Mennan Usta'nın eseridir.

***

2015 Yılında toprağa veridi .
VASİYETİ ; GENÇLER BİLİM IŞIĞINDA YETİŞTİRİLSİN. 

İMKANLAR VERİLSİN , ÖNLERİ KESİLMESİN

Kaynak :www.haberhürriyeti.com

***

Hele de şu sözleri ile aslında doğru meslek seçiminin ve doğru istihdamın 

önemini anlatmak istemiş

'' Devlet at önüne et..

      İt önüne ot atiy...

          Burunsuza hızma...

              Kulaksıza küpe veriy ''  




DİNLE - 1

           



           Hiç düşündünüz mü ? İnsanın neden iki kulağı var da sadece bir ağzı var ? Anatomik olarak cevap verenleri duyuyorum . Her iki iç kulakta sadece işitmeye değil vücudun dengesine de yarayan yerler var . Sesleri iki taraflı duymak korunmak ve tehlikeleri fark etmek için önemli. Doğru . Bir de manevi açıdan düşünürseniz ?

        Bazı alimler der ki ; insana iki kulak verilmesinin hakikati , konuşmaktan öte dinlemeyi becerebilmesi içindir. Böylece daha yaratılış aşamasında dinlemenin önemine vurgu yapıldığı söylenir.

        O zaman gerçekten dinleme nedir ? Gerçek bilgeliğe ve farkındalığa ulaşan insanların konuşmaktan çok dinledikleri gözlemlenir . Sosyal medya hesaplarından hepimizin paylaştığı özlü sözlerin üreticisi bu kişiler , aynı zamanda az kelime ile çok şey anlatma becerisine de kavuşmuş görünürler. Peki biz bu bilgeleri örnek alarak karşımızdakini dinlemeyi becerebilirsek ne kazanırız ? '' İlişkilerde çatışmaları azaltmak mümkün mü '' başlıklı yazımda anlattığım gibi dinlemeyi becerebilirsek , yaşamın pek çok noktasında çatışmaları azaltabilmek için güçlü oluruz. Hem evlilik hayatında , hem iş ilişkilerinde yaşanan problemler benzerdir. Çoğu insanın şöyle haykırdığını duyarız '' Beni anlamıyor !!! ''

        Acaba bu anlamamanın bir adım öncesi '' Beni dinlemiyor !!! '' çığlığı olabilir mi ? Evet bu duyulmayan çığlıklar yüzünden şu an çok fazla ikili ilişki ( Sevgili , eş , anne- evlat , baba - evlat v.s...) sorun yaşıyor öyle değil mi ? 

       Biz doktorlara hastalıkla gelen kişi hastalığından kurtulmak ister . Haklıdır da . Ancak biraz yaşamı ve hastalığı ile ilgili noktalar irdelendiğinde tam da hastalığı arttıracak şekilde yaşadığı görülür . Bu bir şeker hastasının sağlıksız beyaz şekerle beslenmesi gibidir. Kan şekeri düştükçe o şekere yüklenir ve sonunda şeker metabolitleri küçük damarlarını tıkamış halde hekime gelir . 

       İlişkilerdeki sorunları da biraz buna benzetirim ben . Sonuçta elimizde kocaman bir sorun yumağı vardır ama ilk dolaşmanın sebebi çoğu zaman karşı tarafın anlatmak istediğini duymamış olmaktır. O zaman yarın ki yazımızda dinleme şekillerini ve becerilerimizi arttırmanın tiyolarını paylaşalım ... Sağlıkla kalın...

27.06.2016 





       

24 Haziran 2016 Cuma

İSTEMEK YA DA İSTEMEMEK !

                   
 

                   İstemek hep ilginç gelmiştir bana. Düşünelim beraber .Ne oluyorda canımız istiyor ? Bazen görmek , bazen duymak bazen de hatırlamak tetikler istemeyi. Çocukluğumuzda çok mutlu bir anımızda yediğimiz yiyecek o anı ile perçinlenir hafızamıza.

             Ya da aşıkken aldığımız koku her duyduğumuzda aşık olduğumuz zamanları hatırlatır. Bunlar olurken beynimiz serotonin adı verilen bir hormon salgılar . Kısaca mutluluk hormonu da diyebiliriz. Çok mutluyken salgılarız , salgıladıkça daha da mutlu oluruz. Düştüğü hallerde belirsiz bir motivasyonsuzluk ve her şeye karşı isteksizlik yaşarız .

             İsteme ile serotonin hormonu düzeyi ilişkisi tam olarak nasıldır bilmiyorum ama uzmanlar öğrenme , ruh hali , uyku , anksiyete (sinirlilik hali ) migren atakları , kusma ve iştah ile ilgili olduğunu söylüyorlar . Buradan yola çıkarsak ruh halimiz neşesiz ve mutsuz olduğunda isteğimiz de genel olarak azalır. Depresyon geçiren hastalarda beyin omurilik sıvısındaki serotonin miktarlarının düşük olduğu ispat edilmiş.

            Peki serotonin başka hangi hallerde düşer ?

* Stres

* Demir, kalsiyum , magnezyum,çinko , B3 ,B6 , folik asit ve Cvitamini eksikliklerinde.

* Yetersiz güneş ışığı alımlarında .

* Yetersiz uyku 

* İnsülin direnci hallerinde düşer .

             Dikkat edersek bunların olmadığı haller de genellikle sağlıklı ve canlı hissettiğimiz hallerdir . O halde sağlıklı beslenmeye , uyumaya , düzenli güneş ışığı almaya hem mutluluğumuz hem isteme duygumuz için daha özenle dikkat edelim ve böylece yaşamdan daha çok keyif alalım.

Sağlıklı günler dilerim :)  Dr . Ayşen Çankaya - Profesyonel Koç











       

21 Haziran 2016 Salı

SICAKLAR VE GÜNEŞ ÇARPMALARI


                   Hava sıcaklığı artmaya başladı . Sıcak çarpmaları bu ayların en çok görülen travmalarından . Travmaya sebep olan özellikle güneşin altında fazla beklemekle meydana gelen '' hipertermi '' dediğimiz vücut ısısı yükseklikleri. Bu çok tehlikeli olabilecek bir durumdur. Aşırı derece güneş altında kalmakla beraber yükselen vücut ısısı görülür.  Isı kontrol mekanizmasını ayarlayamayan organizmalarda ortaya çıkar. Sadece insanlar değil hayvanlar da etkilenir.

               Terleme bir yere kadar olayı kompanze etse de güneşe maruz kalma uzarsa tabloya bir de '' dehidratasyon '' yani sıvı kaybı dediğimiz tablo eklenir. Bununla beraber artık vücut mekanizmaları ısıyı düşürecek terlemeye kullanacağı su bulamaz ve ateş giderek artar.

               Tablo dakikalar içerisinde ortaya çıkar . Bu sebeple özellikle çocukların ve yaşlıların konu ile ilgili bilgilendirilmeleri , sıcak saatlerde güneş altında dolaşmamaları önemli. Şapka takmak , sık sık ve azar azar su içmek de önlemlerden biri. Sıcak altında çok kalın ve koyu renkli giysiler giymemek de önemli . İlk belirti fenalık hissi ve halsizleşme iken aşağıdaki tablo oturmaya başladığında durum ciddileşiyor demektir. Hemen güneş altından sıcak ortamdan serin bir yere geçilmeli ve mümkünse içinde biraz tuz biraz da şeker olan elektrolitli bir sıvı alınmalı.
                  Sıcak ve kuru deri , hızlı atan nabız , sıvı kaybına bağlı tansiyon değişiklikleri , baş dönmesi veya ağrısı ilk başlarda görülen bulgulardır. Olay daha da ilerlerse kasılmalar ve kas krampları görülebilir.

- 112 ' YE HABER VERİLMELİ ! Çünkü ölüme kadar gidebilecek çok ciddi bir tablodur.
- Isıdan etkilenen kişi hemen serin  bir yere götürülmeli.
- Giysileri çıkarılmalı ya da en azından gevşetilmeli.
- Kişi soğuk küvete sokulmalı.
- Vücut ısısının düşürülmesinde   buz torbaları ya da soğuk suya batırılmış süngerin vücutta gezdirilmesi de işe yarayabilir.
- Soğuk bezlerle silinirse bezler hasta üzerinde bırakılmamalı.
- Dehidratasyon nedeniyle meydana gelen çarpmalarda, sıvı, tuz ve elektrolit seviyeleri ağız ya da damar yoluyla verilmeli. Bu durum ileri seviyede beyne kan gitmesini engelleyebileceğinden acil müdahale edilmesinde fayda var.


 ****                       *****                           ******                     ******                    ******                        *****

19 Haziran 2016 Pazar

BEREKET TATLISI



                   Ramazan Ayı elle tutulur , gözle görülür şekilde bereketiyle gelen bir aydır. Dikkat ederim bu ayda daha önce aklıma gelmeyen pratik çözümler geliverir. Mutfağım da bundan nasibini alır.

             Geçen gün küçük çocuğuma sevdiği keki yaptım . Ancak acele ettiğimden üzümleri unlamadım ve tabiki dibine bir kaç tane yapıştı . Ne kadar soğuttuysam da kekin bir parçası kalıpta kaldı ve dağıldı. Görünümü bozulmuş keklerle pasta yapıldığını duymuştum . Hemen küçük kare borcama sıkıştırarak dağıttım. Üstüne 50 gram kadar fıstıklı çikolatayı bıçakla küçük küpler halinde keserek dağıttım. Üstüne bir muzu dilimledim . En üste de muzlu puding yaptım. Pudinge yağ koymadım. Kekte cevizli-üzümlü ve sıvı yağlıydı. Yani gayet besleyici ve lezzetli oldu . 

            


            Bugün de aynı kekin kalanını kullandım. Dünkü taban kekleri biraz dağıldığından puding sıcakken ince bir katman döktüm. Şeftali ve muz dilimledim. Biraz ceviz kıydım. En üste soğuyan çilekli pudingi döktüm. Onun üstüne de meyveli sos yaptım . Her şey değerlenmiş oldu . Eminim içinizde kalan malzemeleri değerlendiren ne cevherler vardır . Püf noktalarınızı yorumlara yazarsanız sevinirim . Belki böylece bu mübarek ayda mutfakların bereketine katkılarımız olur. Saygılarımla :)



19.06.2016



BABAM

       




Babam ; 

Omzun yuvaların en güzeli...

Omzun güven , göğsün yanındayım demen.

Babam ;

Omzunda ağladım tüm çocukluklarıma

Orada saklandım tüm korkularıma...

Babam ;

Omzun yuvaların en güzeli...

Orada gücün , orada yüreğin , orada tüm desteğin.

Özgüvenimsin , karşılıksız sevenimsin ,

Babam ;

Omzun yuvaların en güzeli...


                                                              19.06.2016 


                      ***                  ***                  ***

17 Haziran 2016 Cuma

KARNE GÜNÜ

       


                    Karne günü ile ilgili bir şeyler yazmasak olmaz tabii . Gerçi nerede eski Ramazanlardan çok nerede eski karneler denecek kadar var . Özel okulların ve öğrencilerinin yıl sonu puanlarına katkıda bulunmak isteyen diğer okulların az da olsa arttırdığı notlar öğrenciler kadar aileleri de karne başarısına odaklamıyor eskisi kadar .

             Yine de çocuğumuz karne alacaksa bugünü ilerideki başarıları için motivasyon kaynağı olarak kullanacağı bir fırsat haline getirebiliriz. Karne yıl sonunda çocuğun genel durumu ile ilgili başarı göstergelerinden biri. Bazı öğrenciler ailelerinden çok , bazı aileler de çocuklarından çok anlam yükleyebiliyor karneye.

             Aslında karne her ne kadar davranışsal ve gelişimsel notlar içerse de genelde akademik başarının not , teşekkür ve ya takdir belgesi şeklinde yansıması olarak algılanır . Duygusal zeka konusunda yazdığım eski tarihli yazılara bakarsanız , akademik zekayı değerlendiren IQ 'nun hayattaki total başarıda tek başına etkili olmadığı ispatlanmıştır.

            Peki biz aileler olarak ne yapalım ? Karneye hiç önem vermeyin demiyorum . Çocuğun kişilik yapısı ve motivasyon kaynakları göz önünde tutularak aile davranışlarını düzenlemeli . Övünmek için yazmıyorum benim karnelerim tam puana yakın ortalamayla gelirdi . Ailemin aldığı hiç bir büyük hediye hatırlamıyorum . Benim en büyük hediyem aile içinde değer görülen bir birey olarak varlığımın onurlandırılmasıydı . Bunu da nasıl yaptılar kısaca anlatayım .

            Annem ve babam maaşları sınırlı iki memur olarak ev borcu ödüyorlardı . Daha 11 yaşındaydım . Bir gün bir aile toplantısı yaparak kardeşim ve benimle görüştüler. '' Borcumuzu öderken ailecek hareket etmeliyiz . Çocuklar bu konuda sizin desteğinize ihtiyacımız var. ''

           Böyle yaparak ne yaptılar ? Bizi de birey olarak kabul edip ortak vizyona dahil ettiler ve hedef gösterdiler. Herkes vazifesini yapacak , gereksiz masraflardan kaçınacak ve bu ortak amaca hizmet edecekti . Sorumluluk alacaktı . Bu kadar basit :) İşte doğru aile tutumu dış başarıyı abartmadan , çocuğa hayatı boyunca gerecek iç başarıyı geliştirme fırsatı sunmaktır. Bunlar nelerdir :

* Sorumluluk alma

*Azimli ve kararlı olma


*Saygılı ve sevilen bir birey olma yolunda ilerleme


*Güvenilir olma


*Dürüst ve ahlaklı olma ... 


  v.s şeklinde uzayabilecek evrensel değerleri içselleştirmiş ve uygulayan bireyler haline gelmelerine destek olmaktır.

           Ailelere tavsiyem sağ taraftaki davranış özelliklerine daha çok dikkat etmeleri . Öğretmenlere tavsiyem de standart şekilde doldurmalar yerine öğrencilerin aile ve okul ayakları ile de gelişmelerine imkan verecek şekilde her öğrenci için önemle doldurmaları . Eminim toplumsal bilinç düzeyimiz attıkça buna dikkat eden veli profili artacak ve öğretmenlerimiz zaten eğitimli oldukları bu konuda daha fazla katkı sağlamış olacaklar. Bunu zaten yapan değerli öğretmenlerimize ve dikkat eden ailelerimize teşekkür eder , tüm öğrencilerimize kendilerini tembel , başarısız gibi genelleme yaparak sıfatlarla değerlendirmedikleri , nerede eksikleri varsa orayı geliştirdikleri , dinlenip eğlendikleri ve enerji depoladıkları bir tatil dilerim...

            

16 Haziran 2016 Perşembe

BANA ALGINI SÖYLE SANA KİM OLDUĞUNU SÖYLEYEYİM

   

                   Bir soruyla başlamak istiyorum .  Fotoğrafı ilk gördüğünüzde ne düşündünüz , neler hissettiniz ? Sorunun cevabı ile ilgili tek bir fikrim var . Hepinizinki size özgü ve özel... 

             Biz insanlar öğrenirken ve düşünürken duyusal bilgi kullanırız. Gördüklerimizi  işittiklerimizi ve hissettiklerimizi yaşadığımız tecrübelerle harmanlar , bir yerlere kaydeder ve zamanı geldiğinde oradan kullanmak için çıkarırız. Peki duyusal bilgi dış dünyadan bize nasıl ulaşır ?

             Bilgiyi iki şekilde işleriz . 1- Duyum . Duyum yaşamın ham maddelerini yorumlamamızdır. Bunu duyu organları sağlıklı insanlar genellikle ortak paydada değerlendirir. Örneğin piyanonun tuşlarından kulağımıza ulaşan melodi , trafiği düzenlemek için kırmızı + sarı + yeşil renkli ışıkları olan şey trafik lambası , kışın bembeyaz rengiyle üzerimize yağan soğuk şey kar gibi... 2- Algı

             Aldığımız bu bilgi duyumlarını ise yine daha önce öğrendiklerimize ve konuyla ilgili tecrübelerimize göre sürekli yorumlarız . Geniş ve beyaz bir kanepede çok rahatsız bir gece uykusu geçiren kişinin aynı renkte başka bir kanepeyi ilk gördüğünde rahatlığı ile ilgili yorumu ve beğenisi kendine özgü olacaktır. Benzer kanepede mutlu anlar yaşayan bir başkasında kanepeyle ilgili farklı bir algı oluşması olasıdır. İnsanlar duyumlara ilişkin algılarını görsel , işitsel ve ( kinetik) hissel ağırlıklı olarak öncelikli hale getirebilirler. Algı adeta duyumun dikkat ve bilgi haline geçmiş şeklidir. Algılarımız tepkilerimizi ve davranışlarımızı ayarlamamız için de çok önemli rol oynar. Algımız ilk oluşurken ise çok fazla faktör rol oynar.

            Stephen King'in ana karakteri palyaço ve katil olan bir korku serisi vardı . O dönem çok arkadaşımın palyaçoları sevimsiz ve itici bulduğuna şahidim . Ya neşeli bir anınızda gördüğünüz ilk palyaço bu olsaydı :

          

            '' Algılama Anı '' çok kritik bir andır. Algılayanın o anki ruhsal durumu kadar , algılanan nesnenin geçmiş yaşantısı ve gelecek beklentisi ile ilgisi de bu anda etkilidir. Son bir tanım yaparsak algı duyusal ham maddelerin , duyu organları aracılığı ile işlenip öznel ve göreceli bir izlenim bıraktığı bilinçli bir süreçtir. Hayatımızı şekillendirdiğimiz bu kadar önemli bir konuyla ilgili algı daha çok yazıya konu olacak gibi...

          '' Bir insanı dış dünyada davranış tercihleri , iç dünyasında ise önem tercihleri yani nelere dikkat edip , neleri göz ardı ettiği tanımlar. Her iki durumda da kişi yaptığı tercihlerden kendi sorumludur ve sonuçlarını kabullenmek zorundadır. Ortega y Gasset 'in de dediği gibi ;

BANA NEYİ ÖNEMSEDİĞİNİ SÖYLE ,

          SANA KİM OLDUĞUNU SÖYLEYEYİM .  W.H.AUDEN ''


16.06 2016



10 Haziran 2016 Cuma

DÜNYADAN BİR MUHAMMED ALİ GEÇTİ...

           

             Vefatının ardından gelen açıklamalar ve yorumlar olmasa kendisini tam olarak tanıyamacağım cesur bir insan ile ilgili bugünkü yazım. İnsan kelimesinin altını çiziyorum. Çünkü hayatıyla ilgili biraz sonra paylaşacağım anekdotlar onun  farklı bir çizgide sürdürdüğü hayatıyla ne kadar çok kişiye rol model olduğunu kanıtlar nitelikte...

             Ülkenin en çok dinlenen yabancı müzik radyolarından birindeki spikerlerin neredeyse ağlayarak kendisinden bahsetmesi çok etkiledi beni . Şöyle diyorlardı : '' Kendisi için o kadar çok şarkı yazıldı ki , adeta hayatıyla müzik tarihine adını yazdırdı.'' Daha sonra araştırdığımda kendisinin de 1964 yılında ilk albümü olan '' I am The Greatest ''ı yayınladığını bundan sonra ise 1960 'ların klasiklerini yorumladığı '' The Gang's All Here ''ı çıkardığını ama bu albümlerin İslamiyeti seçmesinden sonra plak şirketi tarafından toplatıldığını öğrendim . Bütün bunlara rağmen o yine de müziği bırakmamış ve 1976 ' da yeni bir albüm daha çıkartmıştır. Yani sadece şarkı sözlerine konu olmamış , kendisi de şarkı söylemiş.


          Muhammed Ali'yi unutulmaz yapan efsane spor kariyeri değil sadece... O bu kariyerin getirdiği şöhretin şişirdiği egosunun altında ezilmemiş ; o egoya söz geçirip yanına şöhretin gücünü ve özgüvenini alarak yaşamış ve hayatın her alanında mücadele edenlere varlığı ile motivasyon kaynağı olmuş . Boksa başlayışı bile çalınan bisikleti için ağlayarak polis ararken , aradığı polisi boks maçı izlerken bulmasıyla ve bu olaydan sonra ayrımcılık yaparak kendisi ile ilgilenmeyen polisi ve hırsızları aynen o ringte yere serilen boksör gibi yere sereceğine yemin etmesiyle başlamıştır. Bundan olaydan sonra boks hocası Joe Elsby Martin 'i Colombia Gym adlı spor salonunda bulmuş ve boks kariyeri aslında haksızlığa karşı adalet arayışı ile başlamıştır. Bu azimle kısa sürede aldığı eyalet ödülleri ile dikkatleri çekmiştir. 

         Maçlar sırasında sergilediği şovlarıyla sadece boks sevenlere değil , eğlence tutkunlarına da ulaşmış ve hayran sayısını arttırmıştır. Ringler dışında sergilediği illüzyon numaraları ile günlük hayatta da şovlarına devam etmiş , ünlü sihirbazlardan bile övgüler almıştır.

      ''  Kelebek gibi uçar , arı gibi sokarım '' diyen 1.90' lık koca adam 1960 Roma Olimpiyatlarına giderken ilk defa uçağa binmiş , uçak inene kadar paraşütle oturmuş ve bundan sonra uçağa asla binmemiş . Kızı , babasını korkarken hatırladığı tek anın bu olduğunu söylemiştir. Bu olimpiyatlar sonrasında aldığı madalyayı Ohio Nehri' ne atıp atmadığı merak edilmiştir ama kendisi kaybettiğini açıklamıştır. Aslında bu olayın madalyası ile gittiği restoranda kendisine servis yapılmamasına sinirlenmesi olduğu hatta bu olaydan sonra madalyanın bile insan ayrımcılığına çözüm olmamasından yepyeni bir adalet ve eşitlik arayışı ile kendi içine , köklerine döndüğü söylenir. İslamla tanışmasının asıl sebebi de madalya sonrası gelen başarının başaramadığı insani eşitliği  Afrika kökenli akrabalarının dininde bulmasıdır.






         Muhammed Ali insana ve hayatına çok değer vermiş ve bazı şöhretler gibi sevenlerinden uzak kalmak yerine elinden geldiğince dokunmuştur . Bu dokunuşlar kimini intihardan kurtarmak için ayağına gitmek , kimini sağlığına kavuşturmak için özel olarak ilgilenmek şeklinde olmuş . İşte aslında kalplerde unutulmaz izler bırakması ne Süpermene karşı fotoroman karakteri olması , ne BM barış elçisi olması , ne Irak'tan rehine kurtarması , ne Vietnam Savaşına gitmemek için hapsi göze alması nedeniyledir. İnsanların ona saygı duymalarının ve çok sevmelerinin asıl sebebi belki de gönülden söylediğini hissettirdiği şu cümlede saklıdır :

'' Bir hayat kurtarmak dünyanın bütün şampiyonluklarından daha değerlidir.''  

                                  ***      ***    ***    ***


10 .06 2016...






















  ...  ...





   


9 Haziran 2016 Perşembe

İDDİA

                 


                  İddia etmek sözlükteki anlamı ile kendinde olmayan bir yeteneği varmış gibi gösterme , sav , inat etmek terimleri ile açıklanır . Toplumda şans oyunları ile özdeşleşmiş gibi görünsede aslında iddianın aşırıya gittiği durumları günlük hayatımızda hepimiz yaşıyoruz. 

            Dozunda iken gayet sevimli ve eğlenceli olabilen iddia bazen o kadar aşırıya gider ki saplantı dozuna yaklaşır. Bazen de işler tersine döner ve kişi saplantısını desteklemek için iddia eder. İnat duygusuyla birlikte ise bazen bireylerin yaşam kalitelerini bozacak kadar diretmeye giden haller yaşanır. Aslında Nasrettin Hoca 'nın fıkrası anlatmak istediğimi çok güzel özetliyor :)

                                                * * *

            Nasrettin Hoca , bir gün eşeğiyle odun getirir. Hava da çok sıcak olduğundan hem kendisi hem eşeği kan ter içinde kalırlar. Hoca odunları indirir , yerleştirir.

            Karısına : '' Hatun , eşek çok yoruldu , onu bir yemleyiver '' diye seslenir.

            Karısı da o gün yorgun olduğundan : '' Efendi , benim işim var , sen yemleyiver '' der.

           Hoca sıcaktan iyice bunalmış vaziyette kendini minderin üzerine atar. '' Olmaz ! Hiç halim yok , veremem , sen ver '' der.

           Eşeğin yemini sen vereceksin  ben vereceğim derken iş kızışır . Epeyce tartışırlar . En sonunda Hoca : '' Pekala ! Öyleyse aramızda bahse tutuşalım . Kim önce konuşursa eşeğe o yem versin . Anlaştık mı ?'' der.

            Karısı teklifi kabul eder. İkisi de birer köşeye çekilirler. Az sonra kadın , el işini alarak komşuya gider. Hoca bir şey diyemez . Aradan biraz zaman geçer. Eve bir hırsız girer. Hoca' yı görünce kaçacak olur. Ama Hoca' dan hiç ses ve tepki gelmediğini anlayınca kaçmaktan vazgeçer. Ortalıkta ne var ne yoksa koca bir çuvalı yüklenerek evden çıkar . Karısı epey zaman sonra eve girip evin halini görür. Eşyaların yerinde yeller esmektedir.

            Telaşla , ''Bu ne hal ? Efendi !!! '' diye çığlık atar.

          Hoca yattığı yerden doğrularak : '' Haydi bakalım Hatun , bahsi kaybettin . Eşeğin yemini sen vereceksin ! '' der.




           

8 Haziran 2016 Çarşamba

RAMAZAN AYI VE HİKMETLERİ





                    '' On bir ayın sultanı '' sıfatını son üçte birinde barındırdığı Kadir Gecesi münasebetiyle ayların en hayırlısı olarak alan Ramazan Ayı , insani olarak irademizi sınadığımız çok değerli bir zaman dilimi . 

                İnsan oruç tuttuğunda yemiyor , içmiyor  cinsellikten uzak duruyor  ahlaki ve edebi hassasiyetini zirveye çıkarıyor ve böyle yaparak adeta potansiyelini zorlayarak arttırıyor. Sadece yemek yememek değil , olabildiğince nazik olmak , kalp kırmamak , kavga etmemek insanı ahlaki olarak yükseltirken ; normalde bizi etkisi altına almış bir sürü alışkanlığımızdan da ulvi bir sebep için vazgeçebilmenin haklı onurunu yaşıyoruz.

               İşte bu güzellikler bizi ihtiyaçsızlık ( Samediyet ) sıfatının sahibi Yaratıcı ile yakınlaştırıyor. Oruçla beraber bu ay dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da öfke kontrolü . Buna çok önem veren tasavvuf büyükleri '' Nefis öfkeyi bırakmadığı zaman , ruh Allah'la irtibat kuramaz '' demişler... O zaman Ramazan'ı ibadetin ötesinde tam anlamıyla yaşamayı nasıl başarabiliriz ?

              Yaratılan her şeyi Allah'tan bir parça olarak görebilmek ve o parçada kendimizden de bir şey bulabilmektir Tevhid ( birlik ). Koskoca yaratılmışlar okyanusunda herkesin kendine özgü bir dalga olduğunu algılayabilmek . Kimi küçük ılımlı ve sakin , kimi daha celalli ve enerji yüklü .... Belki de dalgayı yapana saygıdır aşırı öfkelenmemek...

              



             Ramazan Ayı bireyin adeta insani olarak yükselebilmek için bilerek ,kendi arzusu ile sıkıntıya girdiği aydır . Müslümanlıktan önceki dinlerde ve hatta bazı düşünce akımlarında da aşırı yememe , hatta uzun süren açlık beynin düşünce faaliyetine olumlu yansımaları nedeniyle uygulanmıştır. İslam Dinindeki Ramazan Orucunun farkı ve güzelliği ; dini olarak Yaratıcı tarafından konulan kurallara hep beraber belli bir zaman diliminde uyulmasıdır. Orucun haram olduğu bayram günleri bu ibadetin toplumsal birliğe de hizmetinin kanıtıdır .

            Bedeni açıdan uzun süre aç ve susuz kalmak yanında kişinin davranış değişikliği için de fırsat ayı olarak görülebilir . Yemek yemeyen , bir şeyler içmeyen insanın kendi içine dönecek ve düşünecek zamanı kalır. Bağımlılıklar ve alışkanlıkları tersine çevirmek için hediye edilmiş bir zaman dilimi olarak düşünülebilir. Bu ayda ayrıca '' Zekat '' ibadeti de vardır ve uzun uzun üzerinde durulması gerekir . Toplumsal birliğin en önemli maddi aksiyonlarından biridir...

           Tabii Ramazan yemeklerin kokusunun ve tadının en üst düzeyde alındığı , yemek programlarının zirve yaptığı , içecek ve yiyecek sektörünün canlandığı da bir aydır . Bu açıdan bakıldığında bir sürü noktada toplumu harekete geçirir ve ortak değerler çevresinde motive eder. Sosyal birlikteliklerin arttığı iftarlar , çocukluk anılarında yer edecek pide kuyrukları , gecede yaşamların bir davulla birleşmesi gibi çok noktası vardır anlatılacak...

          Ramazan o hep anlatılan '' EGO '' aşırılıklarımızı törpüleyeceğimiz , '' İNSAN'' olduğumuzu , eksik ve aciz olduğumuzu anladığımız aydır. İftara doğru şekerler düşmeye , susuzluktan ağızlar kurumaya başladığında bile bu sayısız nimetleri tam iyilik hali şeklinde bünyemizin ihtiyacını karşılar lezzetlerle gönderen Yaratıcı'ya şükrederiz. Uzun süren açlık sonrası ilk lokmalardan alınan lezzet gibisi yoktur . Nefsimize oruç tutturarak adeta şu sözleşmeyi yaparız :

         '' Allahım ! Ben bu ay sağlığım el verdikçe Senin belirlediğin yeme - içme sınırlarına uyacağım . Her ne kadar şu an tam idrak edemesem de Senin yasaklarında ve kurallarında nefsim ve tüm insanlık yararına sayısız yararlar olduğunu kabul ediyorum . Bu ruhi , bedeni ve uhrevi yararları kendim , diğer Müslüman kardeşlerim ve tüm diğer insanlar için Senden bekliyorum . Belki de bu suretle zıtlıklarla anlayan aklım , Senin hiç bir şeye ihtiyacın olmadığını ve benim Senin karşında ne kadar aciz olduğumu anlayacak ve Senin SAMED sıfatını duyumlayacağım.

Bu ayı bana ve bütün insanlığa hayırlı eyle...

Lütfet ! Bu ay her zamankinden nazik olabileyim...

Lütfet ! Bu ay her zamankinden daha irade sahibi olabileyim...

Lütfet ! Davranışlarımı  duygularımı ve düşüncelerimi ilahi hikmetlerinle onurlandırabileyim...

Lütfet ! Sadece yemek - içmek için yaratılmış canlılarına karşı sevgiyle dolarken insani yüksek vazifelerimi unutmadan bu ayda verdiğin Ramazan ruhunu 365 güne yayabileyim... ''              

              


6 Haziran 2016 Pazartesi

ÜÇ AYLARLA RAMAZANA HAZIRLIK

                Geleneksel olarak kutlayıp önem verdiğimiz ama neden önem verildiğini bilmediğimiz kavramlar vardır. Büyüklerimizin yaşasın üç aylar geliyor diye sevindiği manevi olarak değerli bu zaman dilimini hikmetsel olarak merak edenler için araştırdım.
   

               Çok daha gençken azıcık bir şeyler öğrendiğim konuda uzman kesilirdim :) Hele de maneviyat konuları ne kadar da herkesin bir sürü yorumunun olduğu konulardır ve herkes de en doğruyu kendi bilir. Bu konular hassas konular . O sebeple sağlam kaynaklı öğrendiklerimi zaman zaman paylaşacağım . Beşer şaşar bir kusurum olursa iyi niyetime sayın ve düzeltin lütfen...

               Bu yıl 8 Nisan' da Recep ayı ile üç aylar başladı. Regaib ve Miraç Kandil'leri geçirildi. Tasavvuf büyüklerinden Seyyid Abdulkadir Geylani k.s. üç ayların önemini şöyle anlatır:

             '' Recep nefsani arzuları terk ayıdır. Şaban amel ve vefa ayıdır. Ramazan ise sadakat ve safa ayıdır. Recep tövbe , Şaban muhabbet , Ramazan Hakk'a yakınlık bulma ayıdır. Recep hürmet , Şaban hizmet , Ramazan nimet ayıdır. Recep ayında iyilikler kat kat artar. Şaban ayında kötülükler kalkar . Ramazan-ı Şerif ayında en yüksek ikram ve ihsana ulaşılır.''

              Bir yer ve zaman aklımızın ve gönlümüzün ilk başta idrak edemeyeceği kadar değerli ise o zamana ve yere hazırlanabilmemiz için Yüce Allah (c.c) merhametinden adeta alıştıra alıştıra geçebilmemiz için basamaklar oluşturmuştur. Farz namazlardan önce alınan abdest ve kılınan sünnet namazların da gönlümüzü ve manevi latifelerimizi huzuruna çıkacağımız makamın yüceliğine hazırlamak olduğunu düşünebiliriz bu açıdan.

            Recep Ayı , mübarek üç ayların birinci ayı . Süyûtî ve el-Camiu's Sagir gibi hadis kaynaklarından aktarıldığı gibi :

           '' Recep Allah'ın ayı , Şaban benim ayım , Ramazan da ümmetimin ayıdır'' Hz. Muhammed ( s.a.v) Recep kelime anlamı büyüklük ve ululuktur. Şaban ayı Ramazan' dan hemen önce gelen ay olması itibariyle özellikle oruca bünyenin alıştırılarak değerlendirilebileceği zaman dilimlerindendir. İçinde 15. gecesi olarak büyük öneme sahip Beraat Gecesi ( Kandili ) bulunur. Bu gece bayram arifeleri  Kadir Gecesi ile beraber manevi değere sahiptir.

            Bazı farklı düşüncelere sahip kişilerin zaman dilimlerinin ve mekanların birbirine üstünlüklerine olumsuz yaklaştıklarını görüyorum. Zamanı ve mekanı yaratan yüce Allah (c.c ) bazı zaman dilimlerini sadece biz kullarına merhametinden daha verimli kılmış gibi . Bu aylarda eskiden savaşların yasaklanması da başlı başına düşünülmesi gereken noktalar.

            Recep  Şaban ve en sonunda on bir aya göre üstünlük derecesi '' SULTAN '' sıfatı ile derecelendirilen Ramazan... Bir sonraki yazıda da Ramazan'ı ve oruç ibadetinin hikmetlerini paylaşalım . Hepinize hayırlı ve bereketli Ramazanlar dilerim...